Quantcast
Channel: HAKİKİ MUHABBET
Viewing all 251 articles
Browse latest View live

Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın!

$
0
0
Alaçatı... Alaçatı... Şimdi bloglara girseniz, aman pek tatlısın Alaçatı, çok şirinsin Alaçatı, tiri viri Alaçatı, yaşasın Alaçatı'nın görmemiş gibi saldırdığımız dükkanları diye bir alay yazı bulursunuz. Ben size gerçek Alaçatı'yı anlatacağım dostlar.

Çarşamba sabahı, kalkması ile inmesi bir olan uçağımızla İzmir'e ulaşıp; ETS Tur'un transfer aracına geçtik. Yani klimalı, mis gibi minibüs. Bu noktada bir çiftin "Aaaaaa biz 2 kişilik siyah mersedes parası ödedik, minibüsle mi gidecez?" diye beyin cıkcıklaması yaşaması dışında olay çıkmadı. Siyah mersedes diye söylene söylene bindi denyomatikler minibüse de yola çıktık. 1,5 saat mi; 2 saat mi ne yol gittikten sonra; güneş altında kavrulan; eski batının kovboy kasabaları gibi, tozlu yollarında in ile cin'in top oynadığı; yol kenarları yarım inşaatlar ve moloz dağları ile dolu bir bozkır kasabasına geldik. İşte burası pek cici, pek trendy Alaçatımız idi.


Alaçatı

Otelimiz yeni inşa edilen Port Alaçatı'da Antmare diye 35 odalı ufacık bir oteldi. Burası tam deniz kenarı, köy içinden biraz uzakta kalıyor. Arabayla ben diyeyim 3 siz deyin 5 dakika falan uzaktadır hani. İçine girince beyaz dekorasyonlu, güzel görünen bir mekan yapmışlar. Oda da hoşumuza gitti. Ama biz 2 ayrı yatak istemiştik, öyle yatakları yok imiş. Başka oda isteyince, resepsiyondaki kızçe hakarete uğramış gibi titreyerek "Otelimiz doluuuu" buyurdu:)  İlk falso bu idi.


Oda güzeldi 

Manzaramız hoştu


Neyse biraz dinlendik, sonra çıkıp resepsiyondaki kızçeden bize bir tur attırmasını istedik:))) Özellikle de otelin kumsalını görmek istemiştik, çünkü biz rezervasyon yaparken ETS Tur bize otelin kumsalı var dediği için özellikle burayı seçmiştik. Yalaaannnnn!!!


Kedi kumu plajı

Bizim kedinin kumundan hallice bir yapay kumsal yapmışlar, 5 şezlong alıyor ancak. Ve de sonradan yapılmış olduğundan direkt 2,5 metreden başlıyor deniz:) İşte bu büyük falsoydu, kumsalı var diye burayı pazarlamak en hafif tabirle yalancılık, başka birşey değil.


İskeleden cup denize

Resepsiyona dönerek ETS Tur yetkilisine veryansın ettik. Bayram zamanı ve bütün oteller ağzına kadar dolu olduğundan elinden bir şey gelmeyen yetkilimize 7 yıldızlı otel parasını çatır çatır alıp kokmuş tavuklu salatayı önümüze koyan otelimize dair şikayetlerimizi anlatırken bizim resepsiyon lafa dalıp "otelimiz butiktiiirrr" demesin mi! Eh, cevabını aldı tabii:)

Neyse, sonuçta bir kaç günlüğüne gelmişiz diyerek odaya döndük. Soyunup dökünüp şimdiden "Kedi kumu plajı" adını taktığımız küçücük plaja indik. Tabii sadece 1 adet boş şezlong var idi, şezlong isteyince de epey ayak dirediler, deli mi nedirler anlamadım? Beraber tatile geldik sonuçta. Yanyana 2 şezlongda yatamayacak mıyız mal gibi güneşin altında??? Sonunda ekstra şezlong geldi; üstelik biraz sonra 2 yabancı turist şezlong isteyince anında getirdiler onlara; o küçücük yere tıkıştık. Bir de ecnebilere "complimentary" içecekler filan ikram edildi. Eh tabii biz bir alay şirretlik yapınca ikram filan alamadık:)

rüstik tasarımlar, birşeyler:)

Plastik platformdan 2,5 metrelik denizimize cumburlop atlayınca nasıl nefesim kesildi anlatamam. Alaçatı'nın denizi yanında Bozcaada Hacı Memişin aptes suyu gibi kalıyor sevgili seyirciler. Nefes alamadım lan! O denli soğuk bir su.

Sonunda öyle, böyle, hem yüzdük hem güneşlendik; güç bela bulduğumuz şezlonglarımıza uzanıp kitaplarımızı okuduk. (Ben büyücü dedektif Harry Dresden'in ilk macerasını okudum; Lady Charlotte ise Antik Çağda Kuşatmalar'ı okudu). Akşam olunca da köy içine gidelim de yemek yiyelim dedik. Herkesin anlata anlata bitiremediği Alaçatı'yı görememiştik hala.


kumru

Otelden meydan ben diyeyim 3; sen de 5 dakika sürüyor dedim ya; taksimetre 20 lira yazıyor annem. Bebek'ten Atatürk Havalimanı'na 50 lira yazdığını düşünecek olursak; alayına sokalım; ne bulduysak köküne kadar geçirelim mantığının taksisinden oteline; Alaçatı'nın hizmet sektörünün her alanında şaşmaz biçimde nasıl işlediğini anlayabilirsiniz sevgili dostlar.


Meydan

Meydanın girişindeki Erol Kumrucusuna kendimizi atıp birer yağlı ve lezzetli kumru yedik. Özellikle peyniri kızartma şekli hoşuma gitti benim. Bu kumruculardan Şevki olanı daha moda sanırım. O da Erol'un karşısında. Artık hangisinde boş yer bulursanız ona oturun yavrum.




Kumrucudan aşağısı da işte o bıdı bıdıların olduğu sokak. Solda bir balıkçı, karşısında hediyelikçi, yanında Özsüt var. Özsüt'ün önünden yol sola kıvrılıyor, işte bu yol iki taraflı lokanta, pastane, butik, antikacı, eskici, pek bir tasarım ürünler satan ah canım mağazalarla dolu. Meslek ayağa düşmüş, herkes tasarımcı olmuş, konsept mağazanın bini bir para anacığım Alaçatı'da. Esprili, cin fikirli kelime oyunlu tükkan isimleri havada uçuşuyor.

Bu buzdolabını da çekmeyen kalmamıştır herhal

İşte bir bu sokak, bir de köşe kahve'den aşağı doğru 1005 nolu sokak (Tokoğlu mahallesi). Alaçatı bu iki sokaktan ibaret dostlar. Tokoğlu'ndan biraz daha inince de Hacı Memiş'e çıktın, bitti. O da bu kalabalıkta yürüyebilirsen:

Şirin beldemiz Alaçatı

Bir tezgahta 5 liraya ince metal yüzükler bulunca onlardan aldık. Çok hoşumuza gitti güç yüzüklerimiz:)




Efendime söyleyeyim, kalabalıkta biraz sürüklenip sokağı baştan sona yürüdükten; artık bütün o incik boncuk gözümüze aynı görünmeye başladıktan sonra, taksiye yine 20 lira ödeyip otelimize geri döndük.

Perşembe sabahı klasik açık büfeden aşırısı aşırısı kahvaltımızla güne başladık. Aman pek iyi etmişiz. İlerleyen saatlerde olacakları bilseydik, daha da çok yerdik:)




Önceki gün kumsal safsatasına çok sinirlendiğimiz için otel bize Wyndy Beach'e beleş giriş kartı vermişti. Bu kulüp de, Port Alaçatı'nın içinde; yürüyerek 5-10 dakikada gittik.

Port Alaçatı mekanları

Gece buralar hep club 

Wyndy Beach, Reina'nın plaj versiyonu. Normalde giriş 40 lira filanmış. İçeride yatak şeklinde şezlonglar vardı, viski şişeleriyle gençler yayılmış dinleniyorlardı. Biz de birer normal şezlonga oturup birer maden suyu istedik. Normalde bizim şirkette bir kutu var, 50 kuruş atıyorum; bir şişe maden suyu veriyor. Burada 5 lira istediler maden suyuna dostlar:) Haşırt böcek ilacı!








Deniz çok sığdı, istediğin kadar git derinleşmiyor. Fazla da gidemiyorsun her yer acemi sörfçü dolu. Ustalar zaten sürat motörü gibi o kadar hızlı gidiyorlar ki, çok şaşırdım. Öğretmenin bütün gün dibimizde bağıra çağıra ders verdiği acemiler ise sanki hep üstüme üstüme geliyorlar diye korktum denizdeyken.




İşte Alaçatı'nın olayı bu idi sevgili dostlar. Gerçekten sörf yapıyorsan git oraya, cenneti yaşa. Yoksa deniz güneş tatili için kesinlikle uzak durulası bir yer bence Alaçatı. Ha kazıklanmaya bayılırım, köküne kadar yemeden rahat edemem diyorsanız, ben sizi tutmayayım.




Tabii hal böyle olunca; akşama kadar birşey yemedik Wyndy'de. Akşam tıngır mıngır otele dönüp giyinip kuşandık, aklımızda Hacı Memiş mahallesine gidip buradaki Dutlu Kahve'de yemek vardı. Taksi çağırdık, 10 lira mı ne tuttu Hacı Memiş ama yakın mesafe diye 20 lira aldı şöför amca. Artık yalama olmuştuk, ses çıkartmadan verdik parayı. Saat 8'di, Hacı Memiş mahallesi henüz bomboş ve tekinsizdi. Dutlu Kahve'de oturan  bir Allahın kulu görünmüyordu. Açlıktan karnımız guruldayarak içeri girdik. Ahçıbaşı tabak tabak zeytinyağlıları, yemekleri pişirip masaya dizmiş; sipariş almak için bekliyordu. Heyhat! "Çok açız" dedik. "Rezervasyonunuz var mı?" diye sordu. Yoktu tabii. "Haftaya Cumartesi'ye kadar doluyuz" diyerek kovaladı bizi oradan Ahçıbaşı. Ne yapacaktık? Alaçatı'da öyle yollardan taksi filan geçmiyor. Aç bilaç, bilmediğimiz mahallelerde yürüdük. Uzaktan tırıs gelen bir amcayı gözümüze kestirip nasıl taksi bulacağımızı sorduk, o da bir tanıdığını çağırdı sağolsun. Adama adres de sorduk ama bu Alaçatı'da sokak isimlerini numarayla değiştirmişler. Tokoğlu olmuş 1005 nolu sokak. Herkesin şirazesi kaymış haliyle.


Kırmızı Ardıç Kuşu

Gelen taksi bizi caminin dibinde bıraktı. Oradan 1005 no'lu sokağa yürüyüp Kabak Çiçeği'ne baktık ama orada da yer yoktu. Cuma akşamı için rezervasyon yaptırdık sonra o iğne atsan yere düşmez yerlerde kendimize yiyecek alacak bir yer aradık. Deli işi kalabalıkta sürüklendik, sonunda ilk gece gözümüze çarpan pizzacıda iki kişilik yer bulabildik. Burası Kırmızı Ardıç Kuşu idi, pizzası incecik ve çok lezzetli idi. 2 pizza 2 kola 100 lira idi. Haşırt böcek ilacı!!!


Pizza çok lezzetliydi, gerçekten.

Yemekten sonra caminin dibine geri dönüp oradaki çay bahçesinde oturup çay içtik. Burada çiğ börek de yapıyorlardı, ulan pizzaya o kadar para verene kadar şurada börek yeyip çay içsek; kalan parayla da ertesi günü Wyndy'de soğuk birer gazoz içebilirdik belki ahahahahah:)))

Cuma günü ne yapalım yine beleş giriş kartlarımızla Wyndy'e gittik, yüzdük, güneşlendik. Ama ben daracık kayalıkların üzerinde şezlongumu istediğim gibi ayarlayamadım, sağ yanım bir güzel yandı.  Ayol yandan yemiş döndüm, bir yanım beyaz, beri tarafım pancar rengi, evlere şenlik bir durum. Acılarımı 20 TL verdiğimiz frozenlarla bastırdık, ne yapalım mecbur.

Akşam otelden bindiğimiz takside, şöför amca ile muhabbet ettik. Mantık dışı kalabalıktan, restoranlarda yer bulamamaktan bahsettik. Bir filozof edasıyla dedi ki : Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın! Heyhat! Ne kadar doğru söylemişti taksici amca!

Kabak Çiçeği

Kabak Çiçeği'nde bu sefer rezervasyonumuz olduğu için, don lastiğiyle tutturulmuş pötikare örtülü masamıza oturduk, sonra bizi içeri çağırdılar. Küçük bir mutfak, Barış abi yapmış çeşit çeşit yemek. Görüp istediğini söylüyorsun. Zaten kokular o kadar nefis ki; başın dönüyor. Biz yiyeceklerimizi seçerken 2 kadın geldi; ahçıbaşıdan kabak çiçeği dolması istediler de vermedi, "Bari iki tane dolma ver" diye yalvardılar da alamadılar. Çünkü, hep birlikte söyleyelim; Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın!


Kabak çiçeği dolması

Zeytinyağlı dolmalar, den,z börülcesi

Kişi başı değil, totalde 4 adet kabak çiçeği, 5 adet yaprak, 3 adet lahana sarması; bir küçük tabak deniz börülcesi, 1 tabak enginarlı pilav, 5 adet mercimek köfte yedik. Birer kola içtik. Yine 100 kağıt hesabı bırakıp çıktık, tövbeler olsun yarabbim, biz Alaçatı'da öyle böyle kazıklanmadık yani. Köküne kadar kazıklandık yahu!

Yemekten sonra taksi bulabilmek için meydana yürümeye çalışırken içine düştüğümüz; metrobüsü mumla aratan kalabalığı anlatmama imkan yok. O iki tane sokakta sırt sırta; göt göte, dip dibe kımıldanıyor millet. Yürüyemiyor o yüzden kımıl kımıl ilerlemeye çalışıyorsun ancak. İmkanı yok böyle bir kalabalık olamaz ya. Valla abartmıyorum. Korkunçtu. Biz de insan selinden kurtulup meydana kaçmayı başarınca hiç oyalanmadan otelimize kaçtık, odadaki ısıtıcıyla kendimize neskafe yaptık. Kahve faslını da böylece atlatmış olduk.

Daha bunun Cumartesisi, Pazarı ve aldığımız incik boncuk kısmı var ama halim kalmadı, onlar da sonraki yazıya kalsın:)

Xo Xo


Gündüz Gözü İle Alaçatı

$
0
0

Maceranın başı için buraya

Cumartesi gözümü açtığımda gördüğüm şeyin ne olduğunu bir süre anlamadım. Meğersem yanağımı görüyormuşum. Nasıl olur demeyin, mal gibi güneşte kalmıştım ya Cuma günü; benim yüzüm gözüm bir şişti ki sormayın dostlar. Hele o gözler, ah o gözler. Master Yoda'dan hallice, Bay Miyagi'yi ağlatacak derecede, göz kapaklarım olmuş birer balon. Yanacıklarım gözümün önüne yükselmiş ühühühhüü.




Sonuçta yapacak bir şey yok; hem yanım kıpkırmızı, yandan yemişim; hem de yüzüm gözüm şiş. Taktım güneş gözlüklerimi, indik kahvaltıya.

Yanım deyince hatırladım bak; Cuma gecesi eczaneye uğramıştık, güneşten kızaran cildime bir merhem istemiştik. Eczacı karı bana 50 liraya bilmem neyin güneş sonrası sütünü kaktırmaya çalışmasın mı? Nasıl kızdım anlatamam. 3,5 liraya Anestol pomad aldık sonra. O iyi gelmişti.

Yüzüme de Anestol sürdükten sonra bizi bir düşüncedir almıştı. Bugünü nasıl geçirecektik? Artık Wyndy beach'e gitmek istemiyor idik. Otelde kalalım dedik. Lady Charlotte, serin ve güzel odamızda kalırken; ben yine kedi kumu plajına inip boş bir şezlong buldum. Bu sefer şezlongu gölgeye çektim, üstümü de havlumla örttüm bir güzel:) Kafamda şapkam, yüzümde gözlüğüm, havluya sarınmış vaziyette oturdum deniz kenarında:) Acıkınca da biramı patatesimi alıp tatil keyfi yaptım:) Şu bira patates olmayınca tatil yapmışım saymıyorum nedense:) Bu esnada odada keyif yapmakta olan Lady Charlotte da odaya salata söylemiş. Oda numarası 106. Resepsiyondan arayıp demişler ki, "106 şu anda deniz kenarında hamburger yiyor. Siz 106 olduğunuza emin misiniz?" . Ama bunu 106 no'lu odayı arayıp soruyorlar:))) Teyallaamm dedik, buna da epey güldük:)


tatil keyfi birasız olmaz

Yemekten sonra akşam olunca gittim kocaman şapkamla bara oturdum, margarita, mojito filan birkaç tane içip keyiflendim. Ay ama kendime de güldüm, barda Ketrin Çenslır gibi gözlükle şapkayla grantuvalet oturan bir tip. Barmen kardeşle muhabbeti ilerlettik bu esnada, nihayet "Belki Istanbul'da da karşılaşırız" deyinceye kadar barda oturdum, sonra da odaya kaçtım:)




Hava kararınca yine taksi çağırıp merkeze indik. Ay artık o kalabalığı tarif edemeyeceğim, kelime haznemde hiç bir deyim, betimleme, sıfat yok bunun için.  Alaçatı'ya bayram tatili için kaç kişi geldiyse, hepsi epi topu 2 tanecik sokağa yığılmıştı. Bir de o akılalmaz kalabalıktaki sokaklarda masada yemek yemeye çalışanlar... Sokaktaki kalabalığın poposu tabakların içinde artık rezalet.

Özsüt'ün önünden sola kıvrılır Alaçatı'nın meşhur sokağı. 1005 nolu sokak da (Tokoğlu) onu diklemesine keser. 2 tane sokak bunlar işte. Biz Cumartesi akşamı Özsüt'ün önünden sağa döndük, Garanti Bankasının önünden yürüdük. Bu tarafta bir tane butik vardı : CHITRA . Vitrini çok hoştu, biz de içeri girdik.

Chitra, Alaçatı

İşte burası, çakma tasarım butiklerden değil; gerçekten el emeğiyle harika ürünler yaratılan, samimi, gerçekten bir zanaatkarın el emeğini takdir edebileceğiniz bir mağaza. Organik pamuk ve ketenden tişörtlere, ev tekstili ürünlerine ağaç baskı tekniği desen verilmiş. Desenlerin her biri özel olarak tasarlanmış.




Chitra'dan kendimize ağaç baskı tekniği ile yapılmış birer tişört aldık. Lady Charlotte denizatı desenini seçti, ben de baykuşluyu sevdim:) Kataloğu da çok güzeldi, ev tekstil ürünleri bir harika. Alaçatı'da en sevdiğimiz butik Chitra oldu, eğer giderseniz muhakkak ziyaret ederek bu nefis el emeği ürünlere göz atmanızı tavsiye ederim.

Ağaç baskı tekniğiyle yapılmış tişörtüm. 

Chitra'dan çıktıktan sonra, o akıldışı kalabalığa giremeyeceğimizi anlayarak otele döndük.

Pazar öğlen vakti bavullarımızı toplayıp otelden çıkınca, kahve içelim diye Hacı Memiş'e gittik. Ulan daha kimse uyanmamış. Herhalde 1'de kalkıp 2'de kahvaltı yapılıyor. Sokaklar bomboş idi. Biz de tatilin son günü Alaçatı'nın süslü kapılarını, çiçekleri, kafeleri nihayet kalabalıktan örtülmemiş haliyle görmüş olduk:








Pop








Hacı Memiş sokağını yürüyüp yukarıdaki fotoda gördüğünüz köşeden sağa saptık, birkaç adım sonra camiye gelmiştik. Hani biz buralarda taksi bulamamış, aç bilaç sokaklarda sürüklenmiştik ya? Meğersem Hacı Memiş, diğer 2 mahallenin dibindeymiş. Birkaç dakikada camiye geliyormuşsun. Adi taksici ne gülmüştür kimbilir bizi dolandırıp öbür taraftan camiye getirirken.




1005 sokağa gelmiştik. Buradan yukarı çıkınca belediyeye yakın Isla Bonita diye bir tükkan var. Eğlenceli magnetleri vardı:)


Isla Bonita

Magnetlerim:)
Güneş altında kavrulan, en azından ilk kez boş olarak rahatça gördüğümüz sokakta yürüdük. Bu esnada kahvaltıcılar sokağa çıkmaya başlamıştı.










Bu güzelim tekir de sıcaktan bayılmış, siesta yapıyordu:

En güzel kedi, tekir kedi:)


Sonunda El Beso diye gölgelik ve esintili bir restoranda oturup pizza yedik. Rüzgarsız bir yerde oturmanın imkanı yok idi o sıcakta.  2 pizza 2 kolaya 105 lira bayıldık her zamanki gibi. Artık alışkanlık olmuştu herhalde:)

El Beso


Böylece Alaçatı maceramızın da sonuna gelmiştik. Bizim için daima "yemek için ağlarsın da yiyecek yer bulamazsın Alaçatısı" olarak kalacak bu beldeye, eğer ki ani bir merakla rüzgar sörfüne merak salmaksak bir daha adım atacağımızı sanmıyordum:)


Haftaya yaz tatili için Bodrum'a gideceğim kısmetse:) Oh beee :)))

xo xo


Kate Alert : Prens George'un İlk Resmi Pozları Yayınlandı

$
0
0
Prens William ile Kate, tosun bebelerinin ilk fotoğraflarını yayınladılar sevgili izleyiciler. Fotoğrafları, Kate'in babasının malikanesinin bahçesinde Kate'in babası bizzat çekmiş. 

Fotoğraflarda Kate'cik 65 poundluk en sevdiğimiz penye elbiselerden giymiş. İtoşları Lupo da fotoğrafın yıldızı olmuş resmen:))) Ne tatlı hayvan yahu.

Tabii William'ın Kate'in götünü avuçlaması da gözümüzden kaçmadı. Hatun hamile olunca etlendi, butlandı, ele avuca gelir oldu diye sevinmiştir keltoş prens :)))


(Michael Middleton)

(Michael Middleton)

Gelecek Kate Alert'ümüz 12 Eylül'de sevgili dostlar. Kate, kocası ile bir gala yemeğine katılacak.

Beğendiniz mi aile fotoğraflarını?

xo xo

Bodrum Bodrum

$
0
0
Günlerdir sudan çıkmış balık gibiyim dostlar. Şu kısacık yaz tatilinin tadına doyamadım. Hala Bodrum'da olsaydım, o koy senin bu koy benim gezseydim, denizde demlenseydim keşke ah ah.

Bu sene Bodrum'a anneciğimle gittim sevgili dostlar. Annem ömründe hiç uçağa binmemiş, oraları görmemişti. O güzellikleri paylaşmak istedim. Böylece  beraberce uçağa bindik. Annem bütün yol salavat getire getire uçtu. Hacca gitmiş, dolayısıyla uçağa binmiş olan tecrübeli teyzem anneme "ne verirlerse ye" demiş:)) Annem de bir güzel uydu bu öğüde:)

Geçen sene Lady Charlotte ile kaldığımız ufak Atrium Otel'de kaldık. Tabii Alaçatı'nın asortik ve de kollu kazık Antmare'sinden sonra burası pek döküntü geldi ama ne gam. Hem sabah kahvaltısı hem de akşam yemeği var. Yeri de mükemmel.Deniz kenarına ve otogara 5 dakika mesafede:)

Otele yerleşip hemen mayolarımızı giydik, yemeden içmeden kendimizi deniz kenarına attık. Hani gündüz şezlong, akşam masa koyuyorlar, kaleye karşı yüzüyorsun; barlar sokağının önü.İşte orası. İlk anda çok kalabalık, deniz de biraz bulanık gibi geldi. 

Akşam çıkıp çarşıda yürüdük, tabii kalabalık, ama en azından adım atacak yer vardı. Gece de mendirek tarafında çay içtik. Bu arada ben yemeden içmeden koşup 30 liraya kendime çok şahane bir Longchamp çanta aldım, plaja giderken havlularımı, kitabımı koymak için. Eski yeşil çantamı da defettim. Lady Charlotte sıkı sıkı tembihlemişti de:)




Ama belki ilk gün geç saatte denize indiğimiz için öyleydi. Çünkü daha sonra tekrar Bodrum'dan denize girdiğimizde harikaydı su. Sabah erkenden gidip akşam şezlonglar toplanana kadar kaldık o son gün deniz kenarında. Hatta ben Güzel Harabeler'i okuyup bitirdim. Her bakımdan nefis zaman geçirdim:)






Yalıkavak

2 kere, otelin dibindeki otogardan dolmuşa binip Yalıkavak!a gittik. Bodrum'dan daha sakin olan bu cici mahalleyi çok seviyorum. Hemen ilk girişteki plajdan denize giriyorum. Servisleri güzel, ne isterseniz taşıyorlar şezlonga. Biz su, ayran, bira ve patates istiyoruz zaten fiks menü:) Bir de Yalıkavak'ın göklere kadar uzayıp giden begonvillerine bayılıyorum. En güzel begonvil Yalıkavak'da bence.


Yalıkavak'ta yeni çantamla:)





kudurmuş begonviller

Gümüşlük

Dolmuşla gittiğimiz en uzak yer Gümüşlük idi. Aslında çok uzak değil ama yolu dolambaçlı. Git git bitmiyor. Fakat nasıl bir cennet köşe anlatamam. Çok yıllar evvel abimle gitmiştik, denizdeki geçitten yürüyüp adaya tırmanmıştık. Tabii annemi dağ tepe yürütmek söz konusu değildi. Biz deniz seviyesinde kaldık. 

Dolmuştan inip çarşının içinden deniz kenarındaki lokantalara yürüdük, oradan biraz ilerisi de sahil boyu boydan boya plajlardı. Yine ufak bir restoranın önünü seçtim. Deniz kenarında bir bira içip patates tava yemeyi çok seviyorum da:)




Önümüzde suda salınan bir kayık, içi kuru otlar çiçeklerle dolu, harikulade güzeldi. Deniz taşlık ve yosunluk; rahat yüzmek için açılmak gerekiyor ama suyu dipdiri ve canlandırıcı idi. 












Akşam olunca inanılmaz şey, bu beldeye neden Gümüşlük derler anlamış olduk. Suyun üstü sanki gümüş damlalarla, erimiş gümüşle kaplandı.






Bodrum'a dönmeden evvel çarşıdan baykuşlu kolye aldım 10 liraya ama ikinci takışta halkası koptu :(



Aspat Plajı

Akyarlar, Bodrum'un en güzel koylarından. İşte bu koya giderken dolmuşçu amcadan rica ederseniz sizi Aspat plajında indirecektir.

Buraya geçen sene de Lady Charlotte ile gelmiştik, harika mekan, palmiyeler, heykellerle bezeli bir çimenlik, hasır kulübeler, şezlonglar, yastıklar...Denizi bir harika.

Fakat gelin görün ki, bu masal gibi güzel plajın işletmesi berbat. Servis, hizmet yerlerde sürünüyor. Sipariş ettiğiniz şey ya ellerinde yok, ya da yanınıza gelmesi için gidip almanız gerek. Plaja giriş 50 lira kişi başı. Bu parayı bir bileziğe yüklüyorlar. Yiyecek, içecek alırken bilezikteki kredi ile ödüyorsunuz. Kişi başı 50 lirayı yiyip içip bitirmek zorundasın. Buna rağmen aa o yok, bu yok diyebiliyorlar. E o zaman nasıl harcayacağım ülen ben bu parayı?

Fakat işte mekan ve deniz o denli nefis ki; olacağı bile bile her sene gidiyorum Aspat'a. Seneye yine giderim. Nasıl olsa düzelmeyecekler. Bari güzellikten yararlanalım.










Aspat'a gelmişken, o parayı da vermişken, birer kokteyl içelim dedim ve annemle kendime sex on the beach ısmarladım. Ohhh yarasın, kadın coştu. "Fotoğrafımı çeker misin" deyince  "önce kafaları çekelim, sonra fotoğraf çekeriz" diye yapıştırdı cevabı:)





Bitez

Bitez'e daha önce hiç gitmemiştim. Ne kadar yazık. Bodrum'un en güzel sahili Bitez'miş meğersem. Hem de yakıncacık, dolmuşla pıt diye geldik. Upuzun, göz alabildiğine bir kumsal. Gerçek kumsal. Taşlık, yosunluk değil. Balık dolu, billur deniz. Yani kelimenin tam manasıyla kendimizden geçtik Bitez'de. 




O kadar keyiflendim ki, biramı alıp denizin içine oturdum. Ohhhh gel keyfim:) Mandaya bağladım resmen:))








Gelecek yazıda tekne gezisi ve Bodrum kalesini anlatacağım ve bir tatil daha hatıralar geçidinde yerini almış olacak. Ayrıca baykuş ailemin yeni üyelerini de önümüzdeki yazıda sizlere tanıştırmayı ümit ediyorum sevgili dostlar.

xo xo

Bodrum : Tekne Gezisi & Bodrum Kalesi

$
0
0
Bodrum'daki son günümüzde, tatillerin olmazsa olmazı, tekne gezisine katılmaya karar verdik. ETS Tur tekne turu kişi başı 60 lira, sizi alıp Gümbet'e götürüyorlar, tekneye oradan biniyorsunuz. Biz de Bodrum'un içinde adım başı rastladığınız tekne turlarından birine katılalım dedik. Kişi başı 30 lira idi bu turlar. Tekneler de hemen Halikarnas'ın önünden kalkıyor.





Ertesi sabah Halikarnas'a giderek Maradona'nın tekne turunu bulduk. O kadar güzel guletler içinde ceviz kabuğu kadar bir gemicikti bizimki:)) Havlularımızı serdik, ceviz kabuğumuz Bodrum'un yeşillerle çevrili lacivert  sularında yol almaya başladı sallana sallana. Sonra da korkunç bir müzik kulaklarımızı patlatırcasına çalmaya başladı. Efendim, insancıklar müzik istiyormuş. Kafanıza sıçayım sizin müzik isteyenler, o laciverdin ve yeşilin tadını çıkarsanıza mallar!. Ankara'nın bağları, eğer niyetin ciddiyse gel babamdan iste beni niyetin dalgaysa abim öpsün seni gibi evlere şenlik zurnalı türküler çaldıkça yanımızda oturan güneş yüzü görmemiş Ankaralı tombul teyzeler de göbek atmaya başlayınca "hah" dedim. "Behzat Ç'nin pavyonuna döndü gemi"




Tekne bizi önce Karaada'ya götürdü. Burada mağara varmış, ılık su varmış, girişi 6 liraymış falan filan. Kleopatra gelip burada çamur banyosu yapıyormuş, yersen:) Girmedim tabii, mis gibi deniz dururken.



Limandan ayrılıp adanın etrafında dolanmaya başladık. Denizin rengi büyüleyiciydi. İnanamadım gerçekten, bir sürü fotoğraf çektim.





Gerçek mi buuuu????





Adanın arkasında Poyraz burnu Akvaryum koyuna demir attık. Burada habire girip çıktım denize, yeter deyip üşüyüp tekneye çıkıyordum, sonra ısınınca dayanamayıp tekrar atlıyordum. Muhteşem, kumluk, enfes bir koydu burası.









Sonra birkaç koy daha gezdik. Yavaş yavaş güneş alçaldı. O derin lacivert sularda güneş ışığı eridi adeta. Evlere şenlik Ankara türküleri eşliğinde bu harikulade manzaraya veda ettik maalesef.




Perşembe günü otelden çıkışımızı yaptık. Uçağımız taa geceyarısı idi. Önce gidip Mendirek kafede oturduk bir saat. Çay kahve içtik, dondurma yedik. Sonra Bodrum Kalesi'ne girdik.




Kaleyi, 1406'dan 1523'e kadar süren yüz seneden uzun dönemde efsanevi St Jean Şövalyeleri inşa etmiş. Kuleleri, zindanları, şahane sergileri ile saatler boyu zevkle gezebileceğiniz bir müze Bodrum Kalesi Sualtı Arkeoloji Müzesi. Biz tam 4 saat gezdik. Her yere tırmandık, indik, girdik çıktık.










Vaktimiz bol olduğu için yoruldukça tarihi duvarların dibindeki gölgelik banklarda oturduk.
Dinlendik, keyif yaptık. Yavaş yavaş tepelere doğru çıktıkça, güzeller güzeli Bodrum manzarası kendini gözler önüne seriyordu.











Canım annem





Kaleden çıktığımızda akşam olmuştu. Marina boyunca yürüdük, Bodrum'un güzelliklerinden biri de deniz kenarında kaldırımları süsleyen bir sürü heykel. İstanbul'da yok böyle tatlı heykeller.

Aşk

Ahahahah

Kurbağacık

Dalgıç


Marinanın ucunda Sünger Pizza'ya oturduk. Anneme veda ziyafeti güzel bir yemek ısmarlamak istemiştim:)  Biralarımızı tokuşturup saatlerdir gezmekten ağrıyan ayacıklarımızı dinlendirdik:)

Akdeniz Salata

Mantar

Klasik karışık pizza

Dönüşte annemin içinden geldi, aşağıdaki fotoğrafı çekti:



Bizi havaalanına götürecek servise binmeden önce son saatlerimizde bir banka oturup denizi izleyerek Bodrum'a sessizce veda ettik. Bodrum da en güzel gün batımı ile bize güle güle gidin dedi, tekrar gelin.



9 Eylül 1922

$
0
0
Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin kazanılmasının ardından Yunan Ordusu'nu önüne katan Türk Ordusu, işgal altında bulunan İzmir'e girdi.

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!

Kate Alert : Taşlı pullu Kate

$
0
0
4 kiloluk tosun yavrusunu doğurmasının üzerinden daha 2 ay geçmemişken; Cambridge Düşesi Catherine ışıltılı bir rüya gibi kraliyet görevlerine geri döndü sevgili Elizabeth sever dostlar :)))

Prens William'ın koruyucusu olduğu ve Afrika'da doğal hayatı korumak için çalıştığı TUSK organizasyonunun ödül galasına, Düşes Kate baştan aşağı pullu bir elbise ile katıldı.









Ödül töreninde yaptığı konuşmada, Prens William, bebek prens George'u ilk kez evde dadısıyla bıraktıklarını, bu yüzden sürekli cep telefonlarını kontrol ettiklerini söyledi. Meğersem, vaktiyle Prenses Diana'nın William için tuttuğu emektar dadıyı emeklilikten geri çağırmış William. Dadıcık 70 yaşında, İngiltere'nin bir diğer veliaht prensine daha bakıyormuş. Ayrıca prens George aslan kükremesi gibi ağlıyormuş:))

Kate'in elbisesi için önce 3000 dolar dedikoduları çıktı. Sonradan öğrendik ki, Jenny Packham'ın Debenhams mağazaları için yaptığı bir koleksiyondanmış ve de 355 dolarmış fiyatı.











Kate'i yeniden görmek çok hoştu doğrusu. Saçı makyajı sapsade idi. Halbuki bizim kuaförlerin eline düşse, kafasına bol spreyli kocaman topuzu kondurur, suratına da simli boyaları basarlardı. Düşes Simge olarak giderdi artık galaya ahahahaha:))))

Bence Kate saçını toplamalıydı bu elbisenin üzerine. Onun dışında güzeldi.

Beğendiniz mi bakalım?

xo xo

Şipşak Paris

$
0
0
Geçen gün şirkette kendi halimde, tosun tosun oturuyorum. Patronun asistanı koşarak yanıma geldi, "Judy senin şengen vizen var değil mi?" diye sordu, kendinden emin:) "Tabii ki yok" dedim ben de. Bi insanın nasıl sürekli şengen vizesi olabilir ki, senede 1 kere belki alıyoruz vize... Aaaa, çocuk bir şaşırdı, meğersem benim acilen Paris'e müşteriyle toplantıya gitmem gerekiyormuş. "O zaman vize için başvuracağız, pasaportun yanında mı?" diye sordu bu sefer. "ben James Bond muyum, pasaportla mı dolaşıyorum???" diye zıpladım ben de:) Neyse evi aradık. Anneciğim de çantasını koluna takmış, Salı pazarına gitmek üzere evden çıkacakken yakaladık kadıncağızı. Zaten zor gören gözleri ile pasaport numaramı okudu ama debelendi yani "bu nee, sıfır mıı, O mu??" diye. Ben de "Annee beni hapse atarlar, doğru okuu" diye ortalığı şenlendirdim:) Böylece bana randevu alındı hemen, ertesi gün gidip başvuru yaptım. 2 gün sonra pasaport geldi ve Salı akşamı işten çıkınca ev yerine havaalanına gidip Paris'e uçtum.

Uçak evlere şenlik hem dolmuş gibi ufak hem de adeta bir çocuk bahçesi gibiydi. Bir uçuşta en fazla yavruyla seyahat etme rekorumu kırdım sanıyorum. Çığlık atanlar, ağlayanlar, koşturanlar. Arkamda 2 tane bebe habire koltuğu tekmeliyor, aradan kafalarını çıkartıp bir şeyler anlatıyorlardı. Tabii gözümü kırpmadım:)


Paris'e vardığımda hava 8-10 derece idi, o memleketin saçma sapan toz gibi bi yağmuru var, ondan atıştırıyordu. Hemen otele gidip kendimi banyoya attım. Sonra uyudum mu, bayıldım mı bilemedim:)

Sabah kahvaltısında minik kıtır baget ile ayak kokulu nefis bir Fransız peyniri yedim. Üzerine de tatlı olarak kuru-hasan:))) Fransızlar bunu kahvaltı niyetine yiyor, ben kahvaltı üzerine tatlı olarak.. Sonra ben neden şişmanladım. Meh!



Müşteri toplantısı iyi geçti, öğlen yemeğe çıkarttılar, Belleville'de ufak bir restorana gidip balık yedik:)

Antremiz somon

Anayemeğimiz balık
Yemekten sonra işimiz çabucak bitti. Otele dönüp bilgisayarı bıraktık, hem topukluları ayağımdan attım, metroya koşturduk:)




Bastille durağında indik metrodan. Burayı yıllar yıllar önce Lady Charlotte ile ilk kez Paris'e geldiğimde görmüştüm. Fransız devriminde yıkılan meşhur Bastille Zindanları buradaymış eskiden, şimdi taşı bile yok. Meydandaki büyük anıt ise 1830'daki Temmuz Devrimine ithafen dikilmiş.


Viva la revolucion!

Colonne de Juillet

Bastille meydanından Place Des Vosges'a yürüdük. Marais bölgesinde bulunan bu park 17. yüzyılda yapılmış ve zamanında Kraliyet Parkı olarak bilinirmiş. Kare şeklinde ve dört yandan binalarla çevrili bir park. Victor Hugo'dan Kardinal Richelieu'ye bir çok zat burada oturmuş.


bu memlekette parklara AVM dikilmiyor, zaten AVM de yok







Marais, Paris'in en güzel bölgelerinden. Sokaklarında kaybolup enteresan butikler, antikacılar, şarapçılar keşfedebilirsiniz. Hiç bir dükkana girmeseniz de Paris sokaklarında öylece yürümek çok zevkli, her yer çok güzel.










Yürüye yürüye Hotel De Ville'e inmiştik. Bu esnada yağmur yağmaya başlayınca ilk gördüğümüz kafeye kendimizi attık.Tabii ki Paris'te gezmenin en güzel taraflarından biri de yorulduğunuz, sıkıldğınız anda o ufak masalı, hasır iskemleli sayısız kafeden birine oturabilmeniz:)




Yağmur dinince yollara düşüp Les Halles'e doğru yürüdük. Burası bizim İstiklal'in eski güzel günleri gibi. Dükkanlar, restoranlar, kitapçılar, araba geçmiyor ve gençler buraya bayılıyor.


Les Halles


Paris'in en eski fişkiyesi:)

Les Halles'de epey dolanıp Rue Saint Honore'u aradık. Oradan Palais Royal'e yürüdük. Meşhur bahçesinin içinden yürüdük.


Les Colonnes de Buren

Palais Royal bahçeleri





Palais Royal bahçesinden Rue des Petits Champs'e çıkmış idik. Burada sallana sallana yürürken bir de ne göreyim?? Geçen seneki Paris seyahatimde arayıp bulamadığım Passage Choiseul  bu sokaktaymış meğersem dostlar.


Passage Choiseul



Artık saat geç olduğu için pasajdaki dükkanlar kapanmıştı, o yüzden vitrinde gördüğüm Totoro pelüş oyuncağını alamamıştım maalesef:(

Pasajdan çıkıp yine bir süre amaçsızca yürüdükten sonra kendimizi Paris'in en güzel meydanlarından Opera Meydanında bulduk. Burası da mağaza ve butik dolu, insanın çılgın gibi alışveriş yapası geliyor güzelim vitrinleri görünce.




Opera Palais Garnier

Artık yorgunluktan bitmiştik, metroyla Champs Elysees'ye geldik ve ara sokaklardan birinde bulduğumuz ufak Japon restoranında yemek yedik.







Yemekten sonra George V kafesinde oturup keyif yaptık. Mojito royal içtim, şampanyalı mojito. Harikaydı!



Paris'i bu sefer yeniden çok sevdim. Geçen sene o kadar ıslanmıştım ki, Paris'ten soğumuştum. Bu sefer yarım günde gezip yürüdükten sonra Paris aşkım depreşti.

Güzel memleket vesselam.

xo xo

Sanatın Moderninden Hiç Hazetmiyorum : Anish Kapoor

$
0
0
Real Fiesta bloggerları olarak yeni bir kültür mantarı aktivitemizle karşınızdayız benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim.

Günlerdir bangır bangır "Anish Kapoor Istanbul'da" ilanlarını görünce, tabii Sabancı Müzesindeki bu sergiyi kaçırmayalım dedik ve Aşiyan yollarında buluşup bu Boğaziçi manzaralı harikulade müzeye gittik. Gitmeden önce de Wikipedia'dan baktık, kimdir nedir bu Anish Kapoor? Açıkçası adını sanını evvelden hiç duymamış idik.

Sergi girişinde, bahçede kocaman devasa Gök Ayna bizi karşıladı. Gökyüzünü yansıtan içbükey çelikten bir kase ama kapı kadar. Karşısına geçip fotoğraf çektik, ne yazık ki arkadaşımda kaldı o fotoşlar.

Fakat bu yekpare içbükey eserden sonra başımıza geleceği az buçuk anlamıştık. Ağır ağır binaya girdik ve sanatçının eserleri ile tanıştık.

Kocaman mermer blok içine yarık açmış bir tane, adı Mezar



Duvarların içine uzanıp giden helezoni delikler var... Biz buna "İçine girdiğin küçük, ıslak deliği yeni bir dünya mı sandın?" adını uygun gördük.

Lady Charlotte eseri vaftiz ederken:)

Kafamızı mermer blokların içine oyulmuş deliklere sokup "böööö" diye bağırdık, o kadar gülüp eğlendik ki güvenlikten azar işittik. Az kalsın kovulacaktık. Fakat 15 lira bilet parası vermiştik, sevsek de sevmesek de gezecektik bu sergiyi, sesimizi kısıp devam ettik yola:)







Bu neee???

Madem anlamadık, fotoğrafını çekelim:)

Yarıklar, delikler, çıkıntılar..... Serginin teması "Kutsal Kase" olsa gerekti.



Bu arada Anish Kapoor'un eserlerinin fiyatı 500.000 Eurodan başlıyormuş gençler.

Boydan boya sapsarı delikle kaplı duvar çok güzeldi. Sergiyi gezen herkes bu eserin önünde facebook profil fotosu çekiyordu:))

Eda, Miss Judy, Lady Charlotte, Zekish

Ve en vurucu eser, mor kadife kaplı taşlar en sona saklanmıştı :

Küçük şirin pepildekler

Bu sene bienale de gitmeyeceğiz. Bu kadar modern sanat bize yetti de arttı sevgili dostlar.

Hani karşıdan filan kalkıp gelmeyi düşünenler varsa diye fotoğrafları çektim, bu tarz eserleri var Anish Kapoor'un işte.

Sanat dolu bir hafta dilerim:)

xo xo

Diyetisyen Yolu 2013

$
0
0
Yıllardır blogu takip eden dostlar hatırlayacaktır, birkaç sene evvel Perihan Çiçek'in yardımıyla 20 kilo zayıflayıp incecik olmuş, blogu aynadan kendimi çektiğim boy fotoğrafları ile doldurmuştum. Gel zaman git zaman bu 20 kilonun 10 kilosunu geri kazandım. Son bir senedir becerdim bunu, blogdaki "Gırtlağıma hakim olamamıştım" yazılarındaki artışı farketmişsinizdir herhalde:)




2 kilo, 4 kilo iken sadece ben farkediyordum. 6 kilo olunca arkadaşlar "bunun üstüne çıkma" dediler. 10 kiloya vurunca şirkette bütün adamlar "sen kilo aldın" demesin mi birer birer. Ulan imalat müdüründen, planlama müdürüne, bi çaycı abla laf etmedi kilolarıma sağolsun.




Sonunda geçen sene aldığım güzelim kırmızı prenses Kate ceketimi deneyip önünün kapanmadığını görmemle, kendimi Lady Charlotte ile Perihan Çiçek'in Bakırköy'deki kliniğinde bulmam bir oldu.




Perihan Hanım önce ilk iki haftalık deneme diyeti verdi, bir sürü de kan testi istedi. Beşiktaş'daki Sait Çiftçi Hastanesinin Dahiliye bölümünden randevu aldım, doktor beni laboratuvara yolladı, hemen takır takır kanımı aldılar, 2 gün sonra da hastanenin web sayfasında sonuçlar yayınlandı.




Geçen Cumartesi, ilk kontrolümüze gittik. Ben 1 kilo, Lady Charlotte da 1 kilo 200 gr kaybetmiştik. Oh oh. Ama sevinemedim, Perihan Hanım yavaş buldu çünkü. Kan tahlillerini inceleyince şekerimin düşük olduğu ortaya çıktı, belki bu yüzden kilo almıştım. Çünkü şekeri normal olan kimse kilo almazdı. Ayrıca 4 kilo ödemim varmış, yuh!




Perihan hanım GNC'den 2 tane bitkisel hap yazdı. Biri Bromelain, ödem atmak için, biri de düşük şeker ve hafif kansızlığa karşı destekleyici vitamin. Ayrıca her sabah zencefil, zerdeçal, keten tohumu, çörek otunu pekmezle karıştırıp yiyeceğimiz padişah macunumuz var:) İksir deniyor buna kısaca:) Bir de yemeklerden önce elma sirkeli su içilecek. Buna da peki. Ama maydanoz-nane suyunu zinhar içemem. Bööğğk.





Şimdi sımsıkı taş gibi bir listem var, bayramdan sonraki Cumartesi'ye kadar, yani üç hafta bu listeyi takip edeceğim. Kan tahlillerimi şirket doktorumuza da gösterdim. O da çikolatayı bırakıp spora başlamamı söylemesin mi:( Herkes mi bana karşı üleyynnn:))




Fakat artık bu kilo verme mevzusu güzel elbiseler giymek ya da dış görünüş mevzusunu aştı dostlar. Ulan şeker, kolesterol muhabbetlerine başladık, yaş 35, makina bozulmaya mı başladı ne oldu yaleppim??



Bu sefer gerçekten yağlardan kurtulup, geri almamak zorundayız sağlığımız için. Acaba bu yine başaracak mıydık? Tekrar prenses elbiselerine, cici ceketlere ve sağlığımıza kavuşacak mıydık?

Yeni diyet maceralarımla karşınızdayım artık dostlar:)


xo xo

Bayram Gezmesi : Taksim

$
0
0
Arife günü güneş tepemizde parlarken Lady Charlotte ile kendimizi Taksim'e attık. Şu şehri şirin Istanbul'da en sevdiğimiz yer. Bu esnada parkın ve meydanın son halini de görmüş olduk. Tabii cevval bir belgeselci blogger olduğum için her tarafı bir güzel fotoğrafladım sizler için, benim canımdan çok sevdiğim izleyicilerim:)





Meydandan otobüs durakları kalkmış, iyi hoş amma; Harbiye bomboş görünüyor, öyle beton döküp bırakmışlar :(













Lady Charlotte ile ilk iş koşa koşa Terkos Pasajına gittik dostlar, epeydir gelmemiş,tezgahları karıştırıp gizli hazineler bulamamıştık:) İyice dolaştıktan sonra sonra, şu etekten aldık ikimiz de:))



Eteğin üzerine bir de sımsıkı, dalgıç kıyafeti gibi kalın ve esnek bir ceket buldum, tam ganimet:



Terkos'u sömürdükten sonra İstiklal'in üst kısmına yeni açılan devasa Mango mağazasına gittik. Ama komple binayı almışlar. Burayı da kat kat gezdik. Outlet kısmından yine sımsıkı üzerime oturan, askeri tarzında havalı bir ceket kaptım. Oh, kelepir :




Mango alışverişi de bitince, elimizde torbalar, bohçacı gibi Midpoint'e oturduk, köfte yedik. Köftenin yanında gelen elma dilim patatesleri yalamak istesek de, Perihan diyetinde idik ve zinhar bozamazdık rejimi. Patatesleri geri gönderdik içimiz kan ağlayarak.

Yemekten sonra Midpoint'in altındaki Beyoğlu Çarşısına daldık, burada kat kat tükkanlara daldık çıktık. Lady Charlotte çok şahane çiçekli bomber ceket kaptı:)

Artık yorulmuştuk, fakat gezmeye devam etmek istiyorduk, biz de Nişantaşı'na gittik ama hayal kırıklığı yaşadık. Promod kapanmış:( Topshop'ta da hoş birşeyler bulamadık. Nihayet Watsons'a girip %50 bayram indiriminden Maybelline BB krem, Loreal ruj, Max Factor maskara, Bourjois allık alarak günü tamamlamış olduk:) Ayaklar mafiş olmuş, paralar suyunu çekmiş idi, biz de evlere dağılmaya karar verdik.

Gece Lady Charlotte'ın ayakları su toplamış, benim de dizcağızlarım ağrıyordu:)) Fakat haftaiçi Taksim'de rahat rahat gezmek çok zevkliydi:)

Yaşasın tatil:)

xo xo

Bayram Gezmesi : Sultanahmet

$
0
0
Bayramın ikinci günü La Capitana ve küçük prens Ertuğ ile buluşup Sultanahmet'e gittim dostlar. Tabii hava pek güzel idi ve binlerce insan aynı şeyi düşünmüş olduğundan Sultanahmet  bir kişi daha gelse şişip patlayacak denli kalabalıktı.




Olsun yine de tam gezme havasıydı ve biz kafamıza estiği gibi serseri serseri dolanırken pek keyiflenmiştik. Oğlana pamuk helva, kendimize kestane alıp ellerimiz yana yana yedik, ne tatlı gelir o kestane insana:) Meydanda dolandık, arastayı gezdik, bütün tezgahları kurcaladık. Bol bol fotoğraf çektik.





Destuuuurrrr diye bağırarak Topkapı Sarayına girdiğimizde ise şokla bok arasında gidip geldik sevgili izleyiciler, iki kilometre kuyruk vardı saray kapısında. (Niye destur diye bağırdığımı bilmiyorum, iki kere Muhteşem'i izledim, sürekli "destuuuurrr sultan sülüman han hazretleriiii" diye bağırasım geliyor)




Bozum olmuş çıkarken sarayın yenilenmiş müze mağazasını gördük. Ah aman, iyi ki girmişiz, kocaman, ferah, nefis bir mağaza yapmışlar nihayet. Bazı konularda ne kadar geriden geliyoruz, inanılır gibi değil! Ben üniversitede iken Istanbul hakkında şöyle resimli, güzel baskılı kitap bulunmuyordu. Yıllar sonra güzel eserler, almaya değer hatıra eşyaları yapılmaya başlandı neyse.

İndirimli çok nefis 2 parça kaptım mağazadan dostlar.

Birincisi Topkapı Sarayı Müzesindeki resim koleksiyonu ve padişah portreleri, 35 liradan 5 liraya inmiş!



İkincisi de sert kapaklı, yanı telli, kağıdı krem rengi defter! O da 10 lira idi:




İkisini de çok sevdim, hatta deftere kitap fuarı için notlarımı almaya başladım bile:)




Mağazadan çıkınca oğlan artık acıkmıştı ve La Capitana bize köfte ısmarladı heeyy:) Tam Tarihi Sultanahmet Köftecisinde yer bulup sandalyelere ilişmiştik ki, arkamızdan adeta açlar ordusu geldi. Biz köfteleri yutup çıkarken kapıda bildiğin kuyruk vardı.




Köfteciden çıkınca hemen biraz ileride Edebiyatçılar Kıraathanesini keşfettik. Girişte antika bir kitapçı, içeride ağız sulandıran ve hepsini yalamak istediğim nefis görünümlü tatlılar ve tabii mis kokulu Türk kahvesi!. Kahvelerimizi ağız tadıyla burada içtik.



Sonra vurduk kendimizi yola, Beyazıt'a yürüdük, Çorlulu Ali Paşa Medresesinde, nargile kokusuyla kafaları bulduk:) Tezgahları karıştırdık, Ertuğ'a fes takıp küçük Kamran yaptık oğlanı:) Buradaki tonton amcaya da kanım kaynadı, fular aldım bir tane:



 Amcanın da bize içi ısınmıştı, dükkanın  ışıklarını yakıp söndürerek lambaları seyretmemizi sağladı.






Artık iyice yorulunca Çemberlitaş'tan tramvaya tıkışıp dıgıdık dıgıdık Kabataş'a geldik ve evlere dağıldık.

Ne güzel, tam bayram gezmesi olmuş değil mi:)

Sizin de tatiliniz güzel geçti mi? Siz de bileklerinize jilet atmak istiyor musunuz Pazartesi'yi düşündükçe? :))))

xo xo

Kate Alert : Küçük Prens George Elbise Giydi

$
0
0
Küçük dediysem de maşallahı var, pek tosuncuk idi Prens William ile Düşes Kate'in yavruları.

Prens George bugün, Kraliçe Viktorya devrinden kalma antika kraliyet vaftiz elbisesinin birebir kopyası olarak hazırlanan dantelli entarisini giydi ve babasının kollarında vaftiz törenine geldi:






Törene pek az davetli çağırılmıştı : Bebeğin amcası çitlembik Harry, dedesi limon yalamış suratlı Charles, üvey babaannesi kamış kafa Camilla ile Kate'in ailesi. Büyük-büyükanne Kraliçe 2.Elizabeth ile yürüyen mumya kocası Philip. bebeğin godfather'ları ile godmother'ları (tam 7 tane)

Ama yavrucak Camilla'yı görünce yüzü böyle düştü, dudakları sarktı  ahahahah:)



Törende ne olmuş bitmiş bilemiyoruz. Resmi grup fotoğrafları da yarın yayınlanacak. Onun dışında Kate'i çok beğendiğimi söylemeliyim. Firfirikli Alexander McQueen etek-ceket takımı ile güllü-tüllü şapkasıyla pek hoş, pek asildi genç düşes. Törenden sonra tospik yavrusunıu kucağında taşırken yüzünde güller açıyordu.








Evet sizce kimin elbisesi daha güzeldi? Kate mi? George mu?


xo xo




Kate Alert : Prenses Kate

$
0
0
Küçük prens Georgie'nin vaftiz töreninin ertesi günü, Kate oğlanı babasına bırakıp Kensington Sarayındaki bir gala yemeğine katıldı. Bu yemek Kate'in hamisi olduğu vakıflardan birine destek amaçlı verilmekte idi.  Kraliyet Ailesinin en önemli varlık sebebi bu yardım yemekleri ve bağış galaları; vakıflara ve derneklere hamilik etmeleri. O yüzden Kate'in çok az vakıfla ilgilendiği ve tembellik ettiği söyleniyor. Kraliçe 2.Elizabeth'in 600'den fazla vakfı varmış mesela, kadıncağız 100 yaşına geldi, hala sabahtan akşama kadar çalışıyor. Kate ise benim gibi, biraz yoruldu mu, mesela vaftiz töreni yapıp çocuğu kucağında mı taşıdı, hop ertesi günü Zara torbalarıyla karşımıza çıkıyor:))

Efendime söyleyeyim; William ile Kate ve Georgie;  resmi olarak Kensington Sarayında yaşıyorlar artık. O yüzden herhalde, Kate eline çanta bile almamış; kendi dairesinden çıkıp, yemeğin verildiği dairelere yürüyüp gelmiş gibiydi.

(Zimbio)

Bu gece için Kate, Jenny Packham koleksiyonundan mürekkep mavisi ipekten şahane bir elbise giymişti, prenseslere layık:

(Popsugar)

Safir nişan yüzüğünün yanı sıra; diğer elinde fiyonk şeklinde yeni bir elmas yüzük göze çarpıyordu. Ayrıca elmas bilezik ve küpeler takmış, gerdanını boş bırakmış. Saçları her zamanki kırık fönlü halinde idi:))))

(Zimbio)


Bu fotoğrafta, Kate'in bizim gibi normal kadınların yanında nasıl göründüğüne şahit oluyoruz:)))))

(Zimbio)

Ben çok beğendim bu elbisesini Kate'in. Saçları konusunda ise artık birşeycikler demem. Böyle seviyor zaar, ne yapalım:)

Beğendiniz mi?

xo xo



32.İstanbul Tüyap Kitap Fuarı Serüvenimiz

$
0
0
Cumartesi sabahı erkenden kalktım, bir de baktım babam benden önce kalkmış. Hem de giyinip hazırlanmış. Hemen kahvaltımızı yedik ve canım La Capitana'dan telefon gelince evden çıkıp, geleneksel Tüyap Kitap Fuarı yolculuğumuz için yola koyulduk.

Yola koyulmak söylediğim kadar kolay olmadı ama, bizim dar yokuşta epey bir curcuna yaşadık, daha sabah 9:30 idi ama bizim ufak yokuşta trafik sıkışıklığı vardı:)) Neyse, yokuştan çıkmayı başarınca Etiler'den çevre yoluna bağlanıp basıp gittik, La Capitana'mın ayaklarına sağlık:) Saat 10'u biraz geçerken Beylikdüzü semalarında o malum kuleyi görmüş ve fuara varmıştık. Bomboştu otopark, hemen koşup 7 TL ödeyerek fuar alanına girdik, babamsa yaş haddinden elini kolunu sallayarak çoktan gelmiş bizi bekliyordu:)



İlk salona girer girmez Tudem Yayınları ile karşılaştım. Bu yayınevinin standı rengarenk, güzel kitaplarla doluydu. Çocuklara ve gençlere yönelik güzel bir yayıncılık politikaları var bence. Tudem'den 2 tane kitap aldım:

TUDEM

Hayaletin Çırağı, epeydir merak ettiğim Wardstone Günlükleri serisinin ilk kitabı. Beğenirsem devamını internetten alacağım. 

Tünelin Ağzından Dehşet Hikayeleri, 2 sene evvel okuyup sevdiğimiz Dehşet Hikayeleri Serisi'nin üçüncü bölümü. 

Bu yayınevinde tatmin edici bir indirim almadım. 2 kitaba 26 TL verdim ki herhalde İdefix'den alsam daha ucuza gelecekti kitaplar.


Çok sevdiğim Domingo Yayınevi ikinci durağımdı. Çoluk Çocuk ve On Bir isimli romanlarını okuduğumdan beri bu yayınevini takip ediyorum, harika kitap seçimleri var bence. (Okuduğum Domingo kitaplaraı için buraya) Domingo'ya dair tek hayal kırıklığım "Bir Tuhaf Turta Davası" serisini yarım bırakıp devamını basmamaları oldu. Basmaya da niyetleri yok:(


DOMİNGO


Ve İşte Onu Böyle Kaybedersin için tanıtımda "Bu kitap zafer, pişmanlık ve yakarışlarla kaplı bir itiraf günlüğü; kaybedilen aşkların ve artık onarılamaz olanı onarmaya çalışan insanların öyküsü" deniyor. Yani bir kaybedenler romanı ve çevirisini de bu tarzın üstadı, biricik Avi Pardo yapmış. 

Beyaz Yalan hakkında ise güzelim kapağından başka hiç bir şey bilmiyorum:)

DOMİNGO


Tekinsiz Kitap, İngiltere'nin çeşitli yörelerinden derlenmiş gerçek hayalet öykülerinden oluşuyor. En güzel tarafı ise çevirisini Algan Sezgintüredi'nin yapmış olması. Bu yazarımızın polisiye romanlarını da yakında okumayı umuyorum.

Aşk ve Gurur ve Zombiler, 4 yıl önce basılmış, nedense atlamışım. Elizabeth Bennet ile Bay Darcy'nin hem birbirleri hem de kasabayı basan beyin yiyen zombilerle didişmelerini anlatıyor. La Capitana'cığım çok eğlenceli bir kitap olduğuna dair garanti verdi:)

Domingo'da dört kitaba yaklaşık 45 Lira verdim sanırım. Bana epey uygun geldi.


Bir sonraki durak, nefis fantastik romanları ile kalbimizde ayrı bir yeri olan İthaki Yayınları idi.

İTHAKİ


Yaz Şövalyesi, pek sevdiğim Harry Dresden serisinin dördüncü kitabı. Yayınevi, bu seriye devam etmeye niyetliymiş, yaşasın!

Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri, mükemmel ciltli baskısı ve özenli çevirisiyle epeydir edinmek istediğim bir klasik idi. Kitabın orijinal çizimleri ile basılmış olması da ayrı bir güzellik. 


İTHAKİ


Yarım kalan serilerin ve hatalı çevirilerin çok satar yayıncısı Epsilon'dan 838 sayfalık devasa bir roman aldım :


EPSİLON

Yabancı, devasa ciltlerden oluşan Outlander serisinin ilk kitabı. Epsilon diğer ciltleri de basmış, gözlerimle gördüm:) Romanda, 1945 senesinde savaştan dönen kocası ile İskoçya'ya giden Claire'in; bir şekilde 1743 senesine ışınlanıp, savaş dönemi İskoçyasında bir yabancı olarak başına gelenler anlatılıyor. Okumak için sabırsızlanıyorum bu dev romanı.


Her sene 10 liraya indirdiği kitaplarıyla fuarın hakkını veren Koridor Yayıncılık'tan yine zaman yolculuğu macerasına benzeyen bir roman aldım:

KORİDOR

Zaman Çarkı, ölümsüz Elise'in yüzyıllar boyunca süren hayatını anlatıyor.


Hata dolu çevirilere rağmen çok satan kitapların yayınevi Pegasus'tan iki tane kitap aldım:


PEGASUS


Sevgilimden Son Mektup, Senden Önce Ben ile tanıdığımız Jojo Moyes'den çevirilen ikinci kitap. Kapağı da çok güzel. Tatlı ve hafif bir okuma zevki için aldım.

Aynı Yıldızın Altında, çok iyi eleştiriler alan ve Çavlan'cığımın çok tavsiye ettiğiözel bir kitap.


Son zamanlarda özellikle polisiyelerine epey dadandığım Doğan Kitap'tan yeni çıkan bir gerilim romanı aldım:


DOĞAN KİTAP


Gemi, karanlık, korku dolu bir yolculuk romanı olarak anlatılıyor. İşten atılacakları bildirildiği için huzursuz olmuş tayfalarla dolu gemiye bir mafya babası, bir de katil gemici binince lanetli yolculukları başlamış oluyor. Bu kitabı bir Cumartesi gecesi, karanlıkta okumak istiyorum:)


Yapı Kredi Yayınlarından ise, son anda babamın verdiği bir kitap dergisi ile keşfettiğim yeni bir roman aldım:


YKY


Yüz Karası, Carnivia Üçlemesinin ilk kitabıymış. YKY seriyi tamamlar zannediyorum. Venedik'de karnaval zamanı kıyıya vuran bir cesetle başlayan çok katmanlı bir polisiye deniyor tanıtımda.




Son olarak, fuar alanının berilerinde gizlenmiş olan minik standında Labirent Yayınları'na uğradım. Bu yayınevi, Türkçede hiç basılmamış hem yabancı hem de Osmanlıca polisiyeleri tertemiz çevirilerle dilimize kazandırmayı hedefleyen bir polisiye yayınevi. Misal, hiç bilmediğimiz yazar S.S.Van Dine'nin klasik dedektif kahraman Philo Vance'in maceralarını basıyorlar.

LABİRENT


Gracie Allen Cinayeti, bir Philo Vance polisiyesi

Garden Cinayeti, sinsi ve inanılmaz bir yöntemle işlenmiş cinayetin etrafında dönen diğer bir Philo Vance polisiyesi.

LABİRENT


Kartal Yuvası, Zuhal Kuyaş'ın duru bir Istanbul Türkçesi ile yazdığı, eski Istanbul'un ruhunu taşıyan mekanlarda geçen bir polisiye.

Sonuncu Oda, Zuhal Kuyaş'ın ikinci polisiye romanı. 50'li yıllarda, henüz 25 yaşında iken yayınlamış bu kitabı yazarımız.

O dönemlerde yayınlanmış kitapları seviyorum, okurken eski Istanbul'dan izler bulmak bana çok zevk veriyor.

Labirent Yayınlarının yeni projesi ise erken dönem Osmanlı polisiyelerini latin harflerle tekrar basarak ülkemizdeki polisiye edebiyatının geçmişini keşfetmek. Okuyamam diye korkmayın, anlaşılamayacak kadar eski kelimelerin yanlarında köşeli parantez ile Türkçesi yazıyor.

LABİRENT

Cani mi, Masum mu : Selanik'ten kaçmamış olsa idim o caniler dayımı, o zavallı veliyy-i nimetimi öldürebilecekler miydi? Validen kahrından helak olur muydu? Ah! Ben, ben, bu cinayetlere, bu felaketlere hep ben sebebiyet verdim... Elini göğsüne koy! Vicdanına müracaat et, düşün, doğru söyle... Cani mi masum mu?

Milli Cinayat Koleksiyonu : Her gün üzerinde gezdiğimiz, yaşadığımız, dolaştığımız Istanbul'un içinde gizli bir memleket vardır ki bu memleketi hiç kimse şimdiye kadar bilmez ve hatırına bile getirmez... Istanbul'un içinde gizli bir şehir...


LABİRENT


Define, Kan Damlası : Dışarıda bir ayak sesi işittim. Merdivenden yukarı birisi çıkıyordu. İri ayaklı, kalın ökçeli birisi...

Gece Kuşları : Bu esnada Nihad da otobüsün çan kayışlarını kesiyordu. Çünkü polis şüphe edecek ve otobüsü durdurmak için çan kayışını çekmeye mecbur olacaktı. Halbuki iki arkadaş birkaç dakika vakit kazanmak istiyorlardı.


LABİRENT


Karanlık Konakta Ne Var : 12 Haziran Çarşamba. O gün Istanbul'da hiçbir cinayet olmamıştı. Yoksa bu kadın geçmiş senelerin bu gününde olmuş bir vakaya mı işaret etmek istiyordu?

Bir Polis Hafiyesinin Harikulade Maceraları : Haydar Cemil Bey bunu söylerken cüzdanından bir zarf çıkardı. Bunun içinde yarısı yırtık yirmi liralık bir banknot vardı. Haydar Cemil bey cebinden bir kibrit çıkardı...


LABİRENT

Şeytan Hadiye : Şeytan Hadiye, Londra'da kopan bu müthiş velveleye kendi hususi ikametgahından gülerek şahit oluyor ve polisin düştüğü bu mağlubiyetten derin bir zevk duyuyordu.


Osmanlı polisiyeleri %50 indirimli. Labirent Yayınlarını twitter'dan takip edenlere ise diğer polisiyelerde ise %45 indirim var:)


Ve böylece bir fuar macerasının daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Sabah erkenden kapıya dayandığımız için, şaşılacak derecede rahat gezip alışverişimizi tamamlamıştık. Biz dönerken otopark tıklım tıklım dolmuş, içerisi de her zamanki kalabalıkla dolmuştu.

Evet sevgili dostlar, fuara gittiniz mi, gidecek misiniz? Gidenler ne aldı? Gidecek olanlar neler almayı planlıyor? Anlatın bakalım:)

Herkese fuar yollarında kolay gelsin:)

xo xo



Sevgimiz, özlemimiz hiç bitmeyecek

Bu Nasıl Bir Diyet Yaleppim:(((

$
0
0
Hemen şuracıkta yazmıştım, hatırlarsınız, diyetisyene gitmeye başladım diye. Git gel Konya 6 saat sanki, bir buçuk ay oldu 1 kilo bile veremedim dostlar. Ayy nasıl asabım bozuldu moralim çöktü anlatamam. Ben bir karış suratla gittikçe, çılgın diyetisyenimiz Perihan her kontrolde biraz daha hırslandı, öyle etti böyle yaptı, yok, olmadı da olmadı. Bir de, nasılsa zayıflayacağım diye kıyafet almıyorum; diyet yaptığım için güzel bir şey de yemiyorum. Ulan ne giyiniyorum ne yiyorum, ot gibi oldum mu sana? bari 500 gram vereydim!



Sonracığıma, son olayımız karbonat. Iııııhhhh:((( yeni listede her gün bir litre karbonatlı su, bir bardak sulandırılmış elma sirkesi içmem gerekiyor. Allahıııımmmm:((((( Ne günah işlemiştim ben yaaa?? Ne işe yaradıklarını bilmiyorum, listeyi okurken nutkum tutulduğu için soramamışım. Sorgulamadan çileme katlanıp içiyorum lıkır lıkır. Şifa niyetine:(

Üstelik her gün avuç avuç ceviz yemem gerekiyor ki, o da ocağıma incir acağı dikti. Kilosu 90 lira meretin. Milletin günlük sigara masrafı bizim ceviz masrafımız var bildiğin:))) Diyetisyenin sabah-öğlen-akşam acımadan yutturduğu kuru kayısılar ise içimi öyle bir mülayim etti ki, evlere şenlik:))) Neyse, onu söyledim de iptal ettirdim. Ye kayısıyı, iç yeşil çayı, koş tuvalete.. Can mı dayanır buna evladım:))

Tabii bu sıkıntılı günlerimizin en büyük devası, canımın içi cici kedi idi sevgili dostlar. Akşam eve gelip küçük maymunla uğraşınca ne dert kalıyor ne tasa. Haftasonu, Tülay arkadaşım üşenmemiş, Kediş'e yün bere örmüş:))) Demin küçücük düğme kafasına taktım da bayıldım gülmekten. Annem de demez mi "Vecihi'ye benzedi" Aaahhahaah. Ama ne iyi kedi, dedim ki "5 dakika dur, fotoğrafını çekeyim",  durdu valla!!! "İki gıdım kuru mama için çektirdiğin eziyete sokayım" demiş midir içinden, orasını bilemem. Ama mazlum mazlum oturdu, pozlarını verdi, sonra da kucağıma kıvrılıp uyudu. Demek ki aramız iyi:)


Hüüüyyffff
Yazık lan bana:(((

İmdaaaatttt

Hadi hadi kedikopter:)))


Ulen fiyonka niyet ettik, helikopter çıktı Kediş'in tepesinde, uça uça ağaçlara iner çıkar atık diye gülüp eğlenirken karbonatlı su gerçeği bir tokat gibi suratıma çarpmıştı dostlar. Ayyhhh nasıl bir eziyet o, of bee:))) İçine limon da atmam gerekiyor ama yapamayacağım. Bir litre karbonatlı suyu içmek yeterince acılı zati, karbonat Erol'a döndüm miko:))

Ne işe yaradığını bilen varsa deyiversin bana da bir zahmet:)


xo xo

Gram Gram Zayıflıyor İdik

$
0
0
Cumartesi günü Lady Charlotte ile diyetisyen kontrolümüz vardı dostlar. Aslında ben hiç gitmek istemiyordum, çok moralim bozuktu, bırakmayı düşünüyordum hatta... Tabii Lady Charlotte aklımı başımı getirdi ve tıpış tıpış gittik Perihan Hanım'a...

Oh iyi ki gitmişim, iyi ki Lady Charlotte'ın sözünü dinlemişim:) Diyetisyenimiz pek formunda idi, "aşureleri yiyen geliyor, yiyen geliyor" diye bizi eğlendirdi. Biz aşure yememiştik, ama misal illa diyeti bozacaksanız, aşure ehveni şermiş, pasta bulamıyorsanız aşure yiyeceksiniz bundan sonra, ona göre!

Sonra benimle uzun uzun konuştu, adeta terapi yaptı Perihan Hanım. O kadar moralim düzeldi ki, rejim motivasyonum geri geldi. Lady Charlotte'ın dediği gibi "200 gram verebildim diye üzülme, 200 gr almadım diye sevin!"  :))) Yeni mottomuz bu idi dostlar:)

Moraller tavan yapmış halde Perihan'dan çıkıp kendimizi Capacity Midpoint'e kahvaltıya attık. Ahahahah, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demeyin, 2 haftada bir kere kahvaltı zevkimiz var, ölçülü ama doyurucu:)

Midpoint'te İngiliz Aslı arkadaşımız da bize katıldı, sohbet muhabbet gırla gitti. Çay kahve, gazete, dedikodu derken vakit su gibi akıp geçti. Hava pek güzel, güneşli idi. Yine de nedense herkes kendini sokağa atacağına AVM'ye atmıştı. O kalabalıkta güç de olsa bir kaç parça alışveriş yapmayı başarmıştık.

Görür görmez üzerine atladığım bu eldivenleri o kadar sevdim ki, özellikle fotoğraflarını çektim:)

Park Bravo


Kolları pırıltılı bu kazağı da, haftaya müşteri toplantısında giyeceğim:)

Koton

Ah o toplantı yok mu o toplantı! 4 gün sürecek. Her gün ayrı ayrı  ne giyeceğimi kararlaştırdım bile. 

1.gün : Göğsünde kırmızı tilki arması bulunan antrasit renkte tüvit ceket. İçine de armadaki kırmızı tonda tişört buldum neyse. Ceketin önü de kapanıyor da biraz sağa sola yayılıyor sanki, böyle fotoğrafdaki gibi zımba gibi olmuyor, olamıyor:) Aman ne yapayım? Sikinti yok!

Mudo


2.gün : Basic penye elbise ama siyah tayt, uzun çizmeler ve hırka ile. Çünkü kısa idi elbise, genç kızlara elbise bana ise ancak tünik olurdu. Götümü de açamam toplantıda. Yoksa açsam mı acaba??? Bi işe yarar mı? ahahahahaha

Bershka
 
Mango

3.gün : Kolları pırıltılı siyah kazak. Bunu cumartesi aldım işte.

4.gün : Dördüncü günü pek bilemedim, geçen sene Zara'dan aldığım gri ceketi giyerim, krem rengi tişörtüm var idi nasılsa. Önü kapanıyor muydu, kontrol etmek lazım:))) Bir de zeytin yeşili ceketim var ama onun önünün kapanmadığı kesin gibi bir şey:)

Of, böyle işte. Kıyafetim düzgün olmazsa moralim bozulur, kendimi iyi hissetmek için rahat ve hoş olmalıyım. Tabii çuvalla para dökecek halim de yok. Neyse ki, Zara, Mango, mutlu mesut yuvarlanıp gidiyoruz.


Cumartesi'ye dönelim. Hava güzeldi ya, biz de öğlen yemeği için Yeşilköy'deki Röne Park'a gittik. Yahu, o kadar tabiatı özlemişiz ki, o ufacıcık Röne Park bile içimizi açtı, mutlu etti bizi. Parkın orta yeri de minyatür bir hayvanat bahçesi gibiydi. Hindi, kaz, tavuk, horoz ve dahi tavus kuşu ile pompom kuyruklu tavşanlar ortalıkta geziniyorlardı. Restoranda yediğiniz köfteler nereden geliyor sanıyorsunuz?






Köftelerinizi paylaşmayı unutmayınız:)











Pompom kuyruklu davşannn

Kabaramazsın kel fatmaaa

Bu fotoğrafları birkaç hafta önce yine Röne Park'a gittiğimizde çekmiştim. İşte aynı park canım. Hava güzeldi dediysek, fotoğraflara bakıp "yuh! Istanbul'da havaya kudurmuş" demeyiniz lütfen. Yağmurlu çamurlu kış geldi bile.

Tabii hava erkenden kararıp soğuyunca, yine arabaya doluştuk ve taaa Esenyurt'a gidip, burada açtıkları Akbatı diye bir AVM'yi gezdik. Zaten bu bölgede AVM ve devasa, ürkütücü sitelerden başka nereye gidebilirdik? 

Akbatı'dan çıkınca Beylikdüzü tarafına geçerek Gloria Jeans'de kahve içelim dedik. Ayy eskiden hep Gloria Jeans'e giderdik, blogun müdavimleri hatırlar belkim. Gelin görün ki, Esenyurt'un arka taraflarında birazcık kaybolduk. Buralara "Esencılıs" deyollarmış, bilmem haberiniz var mıydı? Ben de Cumartesi günü öğrendim, Lady Charlotte sağolsun:)

Sağ salim varıp içtiğimiz kahvelerden sonra ben artık metrobüse bindim ve sabah 9'da çıktığım eve gece 10'da gelebildim. Pazar günü de bir uyudum ki, öyle böyle değil:)))

Ve böylece taze haftamız başlamış oldu.

Herkesin keyifler nasıl bakalım?

xo xo

Hayat Ne Tuhaf, Vapurlar Filan:)))))

$
0
0
Cumartesi sabahı çamaşırları asıp yatağımı havalandırdıktan sonra giyinip kuşanıp kendimi sokaklara attım sevgili izleyiciler. Vapura binip Kadıköy'e gidecek idim. Otobüste, şişko bir teyze beni umarsızca sıkıştırınca biraz keyfim kaçtı ama Beşiktaş'a gelip iskeleden Marmara'nın üzerinde parlayan güneşi görünce keyfim yerine geldi.

İskeleye yanaşan vapur, üç katlı büyük ada vapurlarından idi. Hani en tepede açık bir balkonu olanlardan! Tabii koşa koşa yukarı çıkıp en güneşli sıraya yerleştim, gülümsememi engelleyemiyordum. Hava harika, güneş altında Istanbul harikulade idi.




Vapur kalkınca adetleri olduğu üzere martıcıklar peşimize takıldı. Ah kuzular, simidin tanesi olmuş 1,4 Lira; haliyle kimse onlara simit atmıyordu, bir Istanbul geleneği daha yok olmaya yüz tutmuştu.

Ama az sonra, benim şakır şakır fotoğraf çektiğimi gören bir teyze, çantasından yarım ekmek çıkarttı. "Dur ben ekmek atayım, sen fotoğraf çekersin" dedi ve lokmaları martılara atmaya başladı.

Kadıköy'e nasıl geldim anlamadım, kahkahalarla gülerek bu şahane Istanbul martı şenliğinin fotoğraflarını çektim.



































Adeta havada yürüyerek vapurdan inip Kadıköy çarşısına daldım. Kitapçılar, restoranlar, eskiciler, mağazalarla dolu bu sokakları çok severim. Bu sefer gözüme Sarnıç ilişti, iki amcanın çoktan demlenmeye başladığı meyhane; bahçesi ve tahta iskemleleri ile nefis görünüyordu. Daha önce dikkat etmemiş miyim anlamadım. Ama mutlaka buraya gelip güzelce demlenmeli diye karar verdim.

Abimlere gelip kendimi tuvalete zor attıktan sonra miniş Pelinsu bana bir kahve yaptı ki, oohhh ağzınıza layık, köpüklü. O halde artık bayramlarda sülaleye kahve yapma görevimi Pelinsu'ya devredebilirim diye çok sevindim:)))

Kahvelerimizi içtikten sonra Sibo, Pelo ve abimin peşine takılıp Moda'da yürüdüm. Yolda meşhur Kadıköy kedilerinden nasibimi aldım elbet:

Simitçi anne kedi ve yavrusu

Moda'nın asude sokaklarında hayaller kurarak yürüdük ve arabaya doluşup Maltepe'ye, kuzenimiz Tolga'ya geldik. Tolga benim hani ilkokulda banyoda füzeler uçuran kuzenim:))) Büyüyünce de mühendis oldu zaten:) Efendime söyleyeyim, Tolga ile cicikuş Dilek'in bir yavruları oldu: Ailemizin en miniği Mina! Fakat biz kakıp gidene kadar yavrucak 2 yaşına gelmişti, ne kadar ayıp ettik belli değil:)




Mina önce bizi yabancıladı haliyle, sonra aaaa, o kimselere gitmeyen çocuk bana yapıştı:) Epey iyi anlaştık, hele zıplatıp hoplatınca benden iyisi yoktu:)

Dilekciğim, ellerine sağlık, hayatımda yediğim en güzel kısırı yapmış idi. Fırında pişmiş hafifçecik kıymalı böreklere, kısıra gömüldük. Ben tabii diyet yaptığım için insan kadar yedim. Abim 7 tane börek, 3 tabak kısır yutmuş ahahaahah:)))

Böylece eski aile hikayelerini anlattık, küçüklerle oyun oynadık, bol bol güldük . Harika bir aile günü idi dostlar.

Akşam olunca müsaade isteyerek, tekrar buluşma planları yaparak kuzilerden ayrıldık. Benim aklımda azıcık Kadıköy'de gezmek vardı:) Hazır karşıya geçmişken Büyülü Dükkan'a gitmemek olur mu?

Böylece Sibo'yla Pelinsu'nun ellerinden tutup çarşıya daldık, Büyülü Dükkan'da çizgi romanların muhteşem dünyasına daldık.



2 tane Martin Mystere cildi yanında 2 tane .çok merak ettiğim grafik roman kaptım Büyülü Dükkan'dan:




Arabayı park edip yanımıza gelen abim, bizi alıp Kahve Dünyası'na götürdü. Ama aslında burası devasa Alkım Kitabevi imiş, 3 katlı bir kitap dünyasıymış dostlar. Sepet sepet kelepir kitaplar içinden tanesi 1,5 Liraya Oğlak Yayınlarının Maceraperest Kitaplarından aldım bir sürü. Hepsi yesyeni, okunmamış, hepsi 1,5 Lira!

Yaşasın kelepir kitaplar!

Sonra da artık kahvelerimiz içtik, yan gözle Pelinsu'nun fondüsüne bakıp yalandık:)))




Günün sonunda kitaplarımı yüklendim, metrobüse binerek Zincirlikuyu'ya geldim. Oradan bir otobüs Etiler, Etiler'den yokuş aşağı yürüyerek evceğizime kavuştum.

Şahane bir gündü gerçekten, dolu dolu ve neşeli. Pazar günü de bütün gün yayıp yatarak kitap okumayı planlıyorum:)

Güzel bir Pazar geçirin ve iyi bir hafta olsun benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim!

xo xo

Ohhhh ağzına sağlık be!

$
0
0
Konuşmasını hem gülerek, hem gözlerim dolarak izledim. Bitince de yürekten bir ohhhh çektim. Muharrem İnce, söylemek istediklerimizi kürsüde bir an bile sesi titremeden, bir an duraksamadan, var gücüyle, gürül gürül söyledi. Oh!

Ben de oturup yütüp'den konuşmayı izlerken beri yandan tapi tapi yazarak metin haline getirdim söylediklerini :


Muharrem İnce'nin 20 Aralık 2013 Bütçe Konuşması



Sayın başkan, sayın milletvekilleri

Hepinizi saygıyla selamlıyorum


Bu mecliste Akp hükümetlerinin yaptığı 12.bütçeyi görüşüyoruz. Katrilyonlar, milyonlar, yatırımlar, paralar, oranlar, kıyaslamalar hepsi konuşuluyor ama burada insan yok, vicdan yok, derde derman yok. Bu bütçede insanlık yok, saydamlık yok, hesap verebilirlik yok, geleceğe dair bir umut yok ve insanımıza mutluluk yok.

Bu ülkede naylon çadırda yatan çocuklar var. Evladının mezarına kıvrılıp yatan babalar var. Evlat acısına dayanamayıp ölen analar var. Sokaklarda sopalarla dövülerek öldürülen, gözleri çıkarılan gençler var. Bu ülkede, kendi ülkesinin gençlerine vicdanlı davranmayıp; başka ülkelerin gençlerine çıkar gözyaşı döken başbakan var. Canım seramikler deyip; canım çocuklar diyemeyen bir başbakanımız var. 12 yılda ne yazık ki, yüreğinizdeki iç mahkemeyi kaybedip; özel yetkili mahkemelerde, gizli ama "tanıdık" tanıklara, sahte belgelere, sahte rakamlara, sahte başarılara sarılan bir iktidar oldunuz.


Tomanız elektrikli
Başbakanınız öfkeli
Bakanlarınız şaibeli
Toma suyunuz jeniksli,
Sporunuz dopingli
Danışmanınız jöleli
Televizyonlarınız penguenli
Gazeteleriniz yalanlı
Dış politikanız kavgalı
Enerjiniz pahalı
Valiniz artemalı
Bakanınız kınalı
Mahdumlarınız çelik kasalı
Polisiniz peruklu
Hakiminiz uykulu
Düzeniniz korkulu
Sağlığınız paralı
Eğitiminiz sıfırlı
Sınavlarınız kopyalı
İhaleleriniz fesatlı
Adaletiniz çifte standartlı!


Başbakanınız her kürsüye çıktığında bağırıyor. "Yol yaptık" diyor.
"Deprem vergilerini ne yaptın" diyoruz, "yol yaptık" diyor.
"Milyonlarca dolar borç aldın, ne yaptın" diyoruz, "yol yaptık" diyor.
"50 milyar dolar özelleştirme yaptın, nerde paralar" diyoruz, "yol yaptık" diyor.
Meğer siz sadece karayolu yapmamışsınız. Meğer siz ne yollar biliyormuşsunuz! Sayıştay'a yol yapmışsınız! Devletin hazinesine yol yapmışsınız! TOKİ'ye, vatandaşın elektrik parasına, sağlık parasına, maliyenin vergisine, halkın sağlığına ne yollar yapmışsınız da bizim haberimiz yokmuş!


Memleketi yangın yerine çevirdiniz. Çağının tanığı olan gazetecileri, sanatçıları, bilim insanlarını, aydınları; çağının sanığı yaptınız. Anneleri cezaevlerinin önünde nöbetçi yaptınız. Evlat acısına dayanamayan yürek sahibi yaptınız. Yetmez ama evetçileri bile, yetti gari yaptırdınız. Bakanların özgül ağırlıklarını sıfırladınız. Kayınpeder enişte, çok para var bu işte manşetlerini siz attırdınız. Dünya lideriyim dediniz, ne idamı engelleyebildiniz, ne de 90 liderin gittiği Mandela'nın cenazesine gidebildiniz.  İş ve meslek danışmanlığı icat ettiniz, onları da işsiz bıraktınız. "Engellileri bile adam yerine koydum" diyecek kadar pervasızlaştınız. Muhalefeti iç düşman, gazeteciyi vatan haini, demokratik yarışı savaş zannettiniz. Gezi olaylarında talimatı ben verdim diyorsunuz da, Uludere'de talimatı kim verdiğini bir türlü söyleyemediniz.


Bu memleketin sorunu, özgürlük talep eden, demokrasi talep eden Geziciler değil, arkasında siyasi güç olan, yiyicilerdir!


Siz bu memleketi, insani gelişmişlikte seksen beşincilikten, doksan ikinciliğe gerilettiniz.
Kadın-erkek eşitliğinde, yetmiş birincilikten yetmiş yediye getirdiniz.
Toplumsal cinsiyet uçurumu endeksinde, yüz beşten yüz otuz beşe;
Basın özgürlüğünde doksan  dokuzunculuktan yüz elli dördüncülüğe,
Kişi başına gelirde elli yedincilikten altmış üçüncülüğe gerilettiniz.


Bunlar yetmezmiş gibi, bir de üstüne üstlük, tehdit ettiniz. %50'yi evde zor tutuyorum dediniz. Konuşursam kıyamet kopar dediniz. Açıklarsam yer yerinden oynar dediniz. Taraf olmayan bertaraf olur dediniz. Milyonları evde zor tutuyorum dediniz. İşte burada çok haklıymışsınız, gerçekten milyonları evde tutuyormuşsunuz.


Ağacı seven gitsin, ormanda yaşasın diye haykırmanıza rağmen, kentlerin siluetlerini bozana ancak küsebildiniz. Polis rejimin teminatıdır dediniz. Demokrasinin bekçisidir dediniz. Polise destan yazdırdınız. Polise ikramiye verdiniz. Polis durduk yere kimseyi gözaltına almaz dediniz. Şimdi ne oldu da polise çete diyorsunuz?


Ağacın yeşilini savunan çocuklarımız ölürken, gözlerini kaybederken, emniyet müdürünü görevden almadınız da, doların yeşiliyle meşgul olan çocuklar gözaltına alındığında emniyet müdürünü neden gözaltına aldınız? 


Esnafın yazarkasasını dilinize dolamıştınız. Para sayma makinasını, çelik kasaları niye konuşmuyorsunuz? 


Kendiniz için hayırlı girişimci evlat, fakir fukaraya kindar ve dindar evlat öğüdünü verdiniz. Can havliyle olsa, can havliyle camiye ayakkabıyla girenlere iftira attınız ama camiye cebindeki haram parayla girilmeyeceğini söylemediniz. 


Yıllarca "hem müslüman hem laik olunmaz" dediniz, ama hiçbir zaman "hem müslüman hem rüşvetçi olamaz, olunmaz" diyemediniz. 


Valimi yedirtmem, bakanımı yedirtmem, müsteşarımı yedirtmem, doğru yedirtmediniz. Ama yetimin hakkını yedirttiniz. Asgari ücretle çalışan başı açık bacımın da, sigortasız çalışan başı kapalı bacımın da hakkını haramzadelere yedirttiniz. 



Letonya'da çatı çöktü diye başbakan istifa ederken; Türkiye'nin çivisi çıkmış, kimsenin aldırdığı yok. 



Sizin üzerinizde ah var ah! Beddua var sizin üzerinizde. 
Sizin üzerinizde, açlıktan ölen Kübra bebeğin ahı var!
Ataması yapılmayan öğretmenlerin ahı var!
Uludere'de bombalanan çocukların ahı var!
Ergenekon'un kasası dediniz, cenazesini belediye kaldırdı, Kuddusi Okkır'ın ahı var.
Onuru için intihar eden Yarbay Ali Tatar'ın ahı var!
Türkan Saylan'ın ahı var!
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreterinin ahı var!
Bu ülkeyi kuran, iki ayyaş dediğiniz Atatürk'ün; İsmet İnönü'nün ahı var!
Eskişehir'de sokak ortasında dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz'ın; Abdullah Cömert'in ahı var!
Kuruttuğunuz derelerin intikamı var!
Kestiğiniz ağaçların; yuvalarını bozduğunuz kuşların ahı var!
HES'lere karşı direndiği için yargılanan Leyla'nın ahı var!


Türkiye rüşvetle, yolsuzluklarla, para sayma makinalarıyla, çelik kasalarla, ayakkabı kutusundaki dolarla çalkalanırken, içinizden bir vicdan sahibi çıkıp da burada yalan var, burada talan var, burada hırsızlık var, burada haram var diyemediniz.


Her şey faiz lobisiydi, siz de her şey caiz lobisinin üyesi oldunuz. Ve bunları hamdolsun diyerek kapatmak istediniz. Ben hamdolsun demiyorum. Haram olsun diyorum! Haram olsun diyorum! Haram olsun diyorum! 


O savcılara buradan sesleniyorum! Meclise bilgi ve belge gönderecekmiş. Sen kim oluyorsun da meclise bilgi ve belge gönderiyorsun! Kimi uyutuyorsun savcı! Sen meclise bilgi ve belge değil; sen meclise fezleke göndereceksin, fezleke! Buraya o fezlekeler gelecek! Seksen dokuz saat geçti! Olayın üzerinden seksen dokuz saat geçti. Nerede fezlekeler!!! O bakanların fezlekelerinin buraya gelmesi lazım! 


Başbakana bu bütçeyle harcama yetkisi veriyoruz. Yani bu milletin, bu fakir milletin vergilerini, gelirini başbakana harcama yetkisi veriyoruz. Başbakan nerede??? Nerede!!! Utanıyor mu, cesareti mi yok? Neden buraya gelemiyor??? Neden burada hesap veremiyor???


Başbakan her gün döviz rezervi açıklıyordu. Kutulardaki dövizler buna dahil mi, değil mi? Bunu bir kere daha açıklasın.


Adnan Menderes'i, merhum Menderes'i dilinizden düşürmüyorsunuz. Menderes diyor ki çocuklarına, "ticaret yapamazsın, benim adımı satamazsın" diyor. Siz, Adnan Menderes'in tırnağı olamazsınız, tırnağı! Tırnağı olamazsınız siz! Siz bunların hiç birini yapamazsınız! 


Bir şey daha söyleyeceğim. Doğru, sana öğretmişler İmam Hatip'te. Haram paraya eliye dokunma, makineyle say diye öğrettiler herhalde! Öyle mi! Öyle mi öğrettiler sana! Öyle mi öğrettiler!!! Haram, helal, kul hakkı, bunlar haram... öğretmediler mi sana! Nerede okudun sen bunları! Bu bilgileri nerede okudun! 

Çok teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. 





Ben de, Muharrem İnce'ye teşekkür ediyorum. Mecliste, içimizdekileri var gücüyle dile getirdiği için...

Viewing all 251 articles
Browse latest View live