Quantcast
Channel: HAKİKİ MUHABBET
Viewing all 251 articles
Browse latest View live

Tövbe daha kurcalamam blogu

$
0
0
Deli sikmiş gibi günlerdir "template de template", yok efendim "denişikli şablon", hop aman allah "seksli tema"  olsun vah vah vah diye kudurmuştum ya hani?? Kudurukluğum geçti, zaten beceremedim kodumun kodlarını düzenlemeyi dostlar. Hangi şablonu koyduysam bir tarafı patladı, tam orasını yaptım derken hooop başka bir yerleri bozuldu... Ben de mis gibi duş perdeli cillop Hakiki Muhabbet'ime geri döndüm. Yok ben bunu seviyormuşum zaten, Real Fiesta Hakiki Muhabbet ahalisi buymuş meğersem:))

Şimdi ben Cehennem'i okumaya geri döneyim, kitap bitince Nicole Kidman'ın Cannes maceralarını yazacağım, çok güzel giyiniyor bu sene blogumuzun eski toprak moda ikonu:)

Oh beee, dünya varmış:) en rahat, eski, patlak Converse'lerimi giymiş gibiyim dostlar:) Çok mutluydu kediii:)))


Heeeyyy:)))


Yuppiiii

Yehhuuuu


holleyyy


ahahahah


Nicole Kidman Cannes 2013

$
0
0
Bu sene 66.sı düzenlenen Cannes Film Festivalinde, geçkin stil ikonumuz Nicole Kidman jüri üyesi olmuş dostlar. Jüri başkanı da, bir zamanlar fezada film çeken genç bir dahi iken, yaşlanıp düzen adamı olan Steven Spielberg.  NTV'de açılış törenini izlerken, Spielberg için hazırlanan kolajdan etkilenmediğimi söyleyemem ama. Sinemaya beni götürüp izlettikleri ilk film E.T.  imiş. Salya sümük ağlamışım film bitince, hem de film yüzünden ağladığım anlaşılmasın diye "televizyonda çizgi film vardı, kaçırdııımmm" diye höykürmüşüm:) Bilinçli olarak izlediğimi hatırladığım ilk film ise Indiana Jones and the Last Crusade (Son Macera) .... E.T. nin  ve Indiana Jones'un soundtrack'i kolaj görüntülere eşlik ederken gözlerimin dolması ondan yani:)  Sonra,  en sevdiğim kahraman Indiana Jones'u,, en sevdiğim film olan Star Wars'u yaratan herifle beraber ortaya çıkartmış biri Spielberg. Adamın filmleri resmen hayatım boyunca bana eşlik etmiş. Sonunda kolaj bitip de bütün salon belki 15 dakika adamı ayakta alkışlayınca eh, hak vermedim değil.

Steven, alkışa doyup kenara çekilince, törenin sunucusu sevimli Audrey Tautou ile jüri üyelerini sahneye çağırmaya başladı. Hintli, Japon, Fransız, tanıdığım tanımadığım sinemacılar bir bir sahneye geldiler. Ve en son muhteşem Dior elbisesi ile Nicole Kidman sahnede belirdi:





Son filminde Monaco Prensesi Grace'e hayat veren Nicole, bu güzelim kokteyl elbisesinin içinde nefes kesici görünüyordu, yaleppim, ne güzel elbiseydi o öyle?? Tam benlik bir şeydi:)))






Nicole, 2 gün önce Cannes'a pırıltılı daracık bir elbise ve benim asla giyemeyeceğim, ama uzaktan bakmaktan da kendimi alamadığım ayakkabılar ile varış yapmıştı. Kadının boy problemi olmadığından, bilekten bağlı ayakkabı giymekte bir sakınca görmüyor tabii. Bense o topukların üzerinde ayakta duramamayı bırakalım, şu bacacıklarıma bir de bilekten bağcık bağladım mı, 7 Cüceler'den Öfkeli'ye benziyorum anca.




Açılış töreninden önce ise, jüri heyetinin fotoğraf çekimi vardı. Nicole çekimlere değişik dekolteli, siyah bir elbise ile katıldı. Saçlarının dağınık topuzu pek hoştu. Elbisenin kolları eski model, benim pek sevdiğim tarzdı. Eteği ise bence fazla dar ve uzundu. Ayakkabıları ise acı verici görünüyordu.










Dün gece ise Calvin Klein'ın davetine siyah deri elbise ile katılmış.




Anlamadım ki, Nicole neden Cannes'a geldiğinde rüya gibi giyiniyor da Amerika'da türkücü kocası ile kırmızı halıya varoşik avamellalar gibi çıkıyor dostlar?

xo xo

Baykuş Ailem

$
0
0
Bu kocaman güzel gözlü hayvanları hep severdim, biraz da kediye benzetirdim ama baykuş sempatim herhalde Harry Potter'dan sonra tavan yapmıştı. Son yıllarda ise baykuşlu takıdan geçilmez oldu ortalık. Ben de her gördüğümü alınca kalabalık bir baykuş ailesi edinmiş oldum.



Bu cicikler kitaplığımda yaşayıp boncuk gözleriyle beni izleyenler. Sağ baştakini geçen sene Yalıkavak'tan almıştık Lady Charlotte ile. Pembeli  Paris Collette'den. İçinde dudak kremi var sanırım, hiç açmadım. Onun yanındaki ise Gratis'ten:) Onda da dudak kremi vardı ama aldığım gün kendiliğinden düşünce alıp çöpe attım. Kıytırık bir şeymiş ama çok sevimli:) Bronz minik kağıt ağırlığı da geçen yaz Kos'tan aldığımız minnak. Çok seviyorum onu.

En sol baştaki ise bizim Sünger Bob'un evcil salyangozu Gary :))) O da aylar önce aldığım Kinder sürpriz yumurtadan çıkmıştı. Pörtlek gözleriyle çok sevimliydi, ben de baykuş ailemin yanına yerleştirdim Gary'i, ne yapayım?

Baykuşların arkasındaki harikulade güzellik ise Selçuk Demirel'in Paşabahçe için tasarladığı kedili koleksiyona ait bir çizim. Anneme bu koleksiyondan vazo, babama da rakı kadehi almıştım. Kedi çizimini de vazo kutusundan kestim, harikulade değil mi?

Gelelim takılara:


Çok yokmuş asında:)))



Bu soldaki sarı, ailenin en yaşlı üyesi. Epey yaşlı. Hani yıllar önce bir ara bütün bloggerların boynunda idi, ben  nereden aldığımı anımsamıyorum. Hani e-bay yoluyla uzak doğudan bile gelmiş olabilir. Öyle bir durum vardı bir dönem. Bu kolye ile kafayı sıyırmıştı herkes. Yanındaki ufaklık ise 5 liraya bir İstiklal Caddesi pasajından geldi:)




Gümüş kolyeyi babacığım Bozcaada'dan getirdi:) Büyük yüzüğü sanırsam İstiklal caddesinden almıştım, Six'den olabilir. Bershka da olabilir. Küpeler ise küpe takmadığımı bilmeyen birinin hediyesi. Ayol kulaklarım delik bile değil:)))




Bu en yenisi, geçenlerde Lady Charlotte ile Koton'dan aldık, pek şık ve güzel bir kolye. Seviyorum:)




Bunlar da Bershka olmalı, İstiklal Caddesine her çıktığımızda uğradığımız ve ekseriyetle baykuşlu kolye bulduğumuz dükkan:) Saatli olan pek havalı. Krem rengi olan ise çok tontik, en sık taktığım o sanırım.

Böylece hep beraber yaşayıp gidiyorduk:)

Siz de seviyor musunuz baykuşları?


xo xo

Kate Alert : Beş Çayı

$
0
0
Havaların ısınmasıyla, Kraliçe Elizabeth de Buckingham sarayının bahçelerindeki geleneksel çay saati etkinliklerine başladı. Beş çaylarına davet edilenler koşarak gidip kraliyet ailesi ile tanıştılar, üzeri taçlarla bezeli nefis görünümlü pastalardan yediler.

Geçen sene ilk kez garden partiye katılan Cambridge Düşesi Catherine, bu sene de karnım burnumda demedi, hotozlu şapkasını takarak gudubet üvey-kayınannesi ve kayınbabası ile sarayda çay içti.

bir sarı papatya, yanında kamış kafa Camilla:))

Annemin muhabbetle "kamış kafa" dediği Camilla, kafasına yine bahçe saksısı modeli şapkalarından birini geçirmişti:)) Kate ise en sevmediğim model şapkasını takmıştı. Yüzüme gözüme giren şeylerden hiç hoşlanmam. Bu şapkayı da takmazdım o yüzden.



Limon sarısı manto-elbisesi ile Kate pek canlı ve etli butlu görünüyordu. İngiliz kamuoyu yine etek boyunu eleştirdi, baldır bacak göstermekle itham ettiler Kate'i. Aaah benim de öyle sırım gibi bacaklarım olsa, neler giyerdim. Tabii bacaklarıma kezzap atarlardı İstanbul'da o ayrı:(




Fakat o baldır bacağı görebilmek için epey bir kalabalık toplanmıştı Kate'in etrafına




Bu kız da neden hep çişi varmış gibi eli karnının altında, bilmem.




 Elizabeth, garden partisine pembeler giyerek katılmıştı.




Kate'in yerinde ben olsam, etrafta dolaşan uşakların gözünün içine baka baka; kaş göz ederek deli gibi  karnımı ovalardım. Onlar da öküz değil ya, canımın şu pastalardan çektiğini anlar, koşa koşa getirirlerdi, değil mi dostlar????

(via @JoTomlin)

xo xo

Nicole Kidman Cannes 2013 - 2.Kısım

$
0
0
Nicole Kidman, Cannes Film Fesitivalinde, jüri üyesi olarak katıldığı galalarda büyüleyiciydi sevgili dostlar. Geçen hafta boyunca Nicole'ü kırmızı halıda izlemekten büyük zevk aldım.

Bir dönem epey giydiği L'Wren Scott kıyafeti ile katıldığı galada, Nicole'e türkücü kocası Keith Urban eşlik etti. Kırmızı halıda çılgınlar gibi öpüştüler, koklaştılar. Dudak dudağa pozlar verdiler, gözleri başka kimseleri görmedi. Artık Nicole o gece sinema salonunda filmi izleyip puan verebildi mi, bilemiyoruz.








yalın ayak götü kabak bu değil di di mi? maşallah:))


Sonraki galada Nicole'e bir diğer jüri üyesi, unutulmaz aşk filmlerinin yönetmeni (Brokeback Mountain, Sense and Sensibility) Ang Lee eşlik etti. Nicole, Valentino'dan bir tuvalet giymişti ve prenses gibi olmuştu. Minik tefek Ang Lee ise yanında anca kurbağa prens gibi kalakalmıştı, yazııık:)








Cumartesi günü gittiği galada, Nicole bu sefer Chanel elbise ve kırmızı Louboutin ayakkabılar giymişti. Elbisenin eteğine takılan tüylerle sanki her an havalanıp kanatlarını çarparak uçacakmış gibi görünüyordu ahahahah:))) Bu kıyafetle yaptığı örgülü topuz saça bayıldım, çok hoştu.








Sırt dekoltesi dediğin böyle olur anacığım


Veee, Pazar gecesi kapanış törenine; herhalde en güzelini en sona saklamış, bir tanrıça kılığında geldi Nicole. Yahu şunu Oscar'da filan giyeydin ölür müydün bacım? Saçlar, elmaslar, herşeyiyle nefes kesiciydi. Bayıldım valla:














Bundan sonra bir daha Nicole'ü ne zaman güzel kıyafetler içinde görürüz bilmem. Cannes Festivali gözlerimize iyi geldi doğrusu. Siz de beğendiniz mi elbiseleri?

xo xo

Özgürlük Kıvılcımının Parladığı Gün

$
0
0
Bugünü hiç unutmayacağım. Bugün nihayet bir kıvılcım parladı, binlerce insan akın akın Taksim'de; diğer şehirlerde binlerce insan ayakta. Polis günlerdir sabahından 5'inden akşama kadar "parkta oturup kitap okuyan, şarkı söyleyen insanları" başbakanın emriyle GAZLIYOR. Ağır yaralılar ve ölüler var. Hükümet "orantısız güç kullanılmadı" diye yalan söylüyor, ama artık geçmiş olsun. Bütün dünyanın gündemine taşındı Gezi Parkı Direnişi. Kimseyi kandıramazlar.

Başbakan ferman buyurdu, karar verdik yapacağız dedi, AVM olacak dedi. İstanbullular parkı korumaya aldılar. Taş atılmadı, slogan atılmadı, camlar kırılmadı, SADECE ŞARKILAR SÖYLENDİ, Okan Bayülgen kitap okudu... Ve polis canavarı vargücüyle, biber gazıyla, plastik mermileriyle, ses bombaları ile bu insanlara SALDIRDI. Panzerin ezdiği bir genç kız öldü. Onlarca yaralı. Çocuk, kadın, yaşlı genç dinlemediler. Saldırdılar. Ne oluğunu anlamayan, acıyla kavrulan sokak hayvanları telef oldu. Çevre oteller yaralılara kapılarını açtı, ama Starbucks kepenk kapattı. Perakende firmaları "Gezi'de AVM olursa biz orada yer almayız" mesajları verdiler.

Ve polisler hiç durmadan gaz sıktılar, bomba attılar. Ama artık kıvılcım parladı. DİRENİŞ başladı! Onbinler sokaklarda, her yerde Hükümet İstifa sesleri... Bu sadece Gezi Parkı'nın isyanı değil, 2 ayyaş lafının, Reyhanlının, kutlanmayan 19 Mayısların isyanı.

Sonunda ne olursa olsun, ben bugünü, yeniden umut etmeye cesaret edebildiğim gün olarak anımsayacağım. .

Bu bizim baharımız, bizim yazımız olsun!

Bu kıvılcımı tutuşturalım! Özgürlük ateşini yakalım!













Artık Korkmuyoruz! Direnişe Devam!

$
0
0
Taksim'e gidelim, ne yiyeceksek yiyelim diyerek buluştuk bugün dostlarla. Yeter ki Taksim'e gidelim. Girdik farklı eczanelerden Talcid, gaz maskesi, pamuk, VENTOLİN astım ilacı aldık. Talcid'i sütle karıştırdık, gaza maruz kalırsak gözlerimizi yıkayacaktık bununla. Bu arad girdiğimiz bütün eczanelerin tıklım tıkış oldğunu söyleyeyim. Herkes gaz maskesi, rennie şurubu vs alıyordu.

Hepimiz Beşiktaş'ta buluştuk. Nasıl bir coşku, insan seli vardı anlatamam. Turist gezi otobüsleri geçerken turistler alkış tutuyor; yaşlı teyzeler yanımıza gelerek "yüreğinize sağlık" diyorlardı.






Beşiktaş'tan Taksim'e yola çıktık.





Biz küçük, marjinal bir grup değildik. Dolmabahçe'den Dağ Başını Duman Almış'ı söyleyerek akan bir insanlık nehriydik.






Amcalar, teyzeler... Artık yeter diyen herkes



Kaldırım bariyerlerini atladık, kalabalıkta herkes birbirine yardım ediyordu. Kimse taciz, kapkaç yaşamadı mesela o kalabalıkta.





Gümüşsuyu'na tırmanan Taksim'e koşan çılgın Türklerdik biz.



Gümüşsuyu'ndan yukarı akıyordu bu nehir.





Saldırı yok, taşlamak, vandallık yok. Şarkılar marşlar söyleyen, Türk bayrağı taşıyAn vatandaşlar vardı sadece.



Arkama baktım, hep geliyordu insanlar





Alman konsolosluğundan meydana çıkana kadar yüzümüz, gözümüz, burnumuz, boğazımız yandı. İşte o astım ilacı bu yanmaya çok iyigeliyor dostlar. Bilginiz olsun.

Biz gittiğimizde sivil halka şiddet uygulayan terörüst polisler meydanı boşaltmıştı. BAYRAM vardı meydanda,  UMUT vardı. BİRLİK vardı.



Kafası kıyak gençler, harikasınız!



İŞTE TEYYİP'İN MİLLETİN GÖZÜNE BAKARAK UTANMADAN, KÜÇÜK, MARJİNAL GRUP DEDİĞİ BİZ! SİZ!





Barikatlar aşılmış, Gezi Parkı bize kavuşmuştu.


















İstanbul bizim, Teyyip'in değil. Gezi Parkı bizim, Teyyip'in değil. Bizler; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmayı hedefleyen Türkiye'yi geri istiyoruz. Teyyip'in zorba yasakçı hükümranlığını kabul etmiyoruz.


Lady Charotte & Miss Judy : Her zaman omuz omuza!




Umut dolu yarınları hakediyoruz!


Pazartesi Direnişe Devam

$
0
0
Bu akşam iş çıkışı ufak tefek erzak, içecek alarak Gezi Parkına gittik. Taksim Meydanı tıpkı haftasonundaki gibi nasıl kalabalıktı anlatamam. Açıkçası beklemiyordum bu kalabalığı bugün Taksim'de. Hem şaşırdım, hem sevindim.









Parka girerken halay çekenler, konuşan gülüşenler, slogan atıp tezahürat yapanlar... Mutlu gençler vardı hep.

bu bayram bizim

Bu da bir polis aracı mıdır nedir, dilek ağacı gibi birşeye dönmüş. Sümüklü Teyyip ile Evlat Olsan Sevilmezsin favorilerim:)))





Çapulcu Judy Abbot

İşten çıkıp parka giden ayyaş, çapulcu, marjinal takımı:)))

Parka girince erzakları nöbetçi gençlere verdik. Parkta geceledikleri için battaniyeye ihtiyaçları var, bilginiz olsun. Biz de birşeyler ayarlamaya bakıyoruz.

Park sanki festival yeri, gençler çimenlerde, gruplar, protestolar... Bir sloganla birden , bir anda hepimiz ayakta... Nasıl anlatabilirim o coşkuyu?









Ayyaşın çapulcunun başganııı:)))







Çeşitli gruplar parka girdikçe heyecanlanıp alkışlıyorduk, misal gencecik avukatları cüppeleriyle görünce çok duygulandım:)

Konuşmalar oldu, bir tiyatrocu abiyle Nazım'ın Davet şiirini okuduk


Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

Hepimiz artık bazı şeylerin gerçekten değişeceğine inanıyorduk ve bu inancımızdı bizi sürekli gülümseten.

Sonra tam Sevda ile "hadi biz yaşlıyız, uyku saatimiz geldi" demiştik ki, gaz kokuları gelmeye başladı parka. Meğersem polis Beşiktaş'ı bombardıman ediyormuş. O gaz rüzgarla parka gelmiş. Rüzgarla gelen kısmıyla bile ağzım yüzüm kavruldu, gözlerim tutuştu. Ah bu çocuklar günlerdir ne acılar çektiler bir kere daha anladım.







Beton Taksim

Parktan çıkıp Harbiye tarafına yürüyelim dedik. Bu arada o taraf bomboş, dümdüz beton... Herhalde herif parkı da keserek betonlayacak, canım Taksim meydanı betondan bir havuza dönüşecek. Vicdansız şerefsiz.

Neyse, Harbiye'den akın akın insan ve gaz bulutu gelince benim gözler mafiş oldu, ohhh bir gazlandım ki sormayın:))) Sevda'nın koluna girdim, yan yola girip yokuş aşağı Tarlabaşı'na indik. Abboovvv, ömrümde burada yayan gezeceğimi düşünmezdim:)) Bu esnada gözlerim de açılmıştı çok şükür fakat taksi bulamıyorduk. Oralarda sap gibi kalmış idik. Sevda sonunda gözüne kestirdiği bir arabanın önüne atladı. 23 yaşında bir genç, bizi Mecidiyeköy'e kadar getirdi sağolsun:) Ne kadar teşekkür etsek az Doğukan'a.

İşte bugün de böyle geçti. Gençler hala parktalar. Ben yarın değilse de öbür gün yine giderim. Gün aşırı gidebiliyorum işte yaşlılık ne yapalım:))

xo xo




Taksim Meydanı Bizim, Gezi Parkı Bizim, İstanbul Bizim

$
0
0
Dün akşam işten çıkıp Taksim'e gittim yine arkadaşlarımla.  Taksim Meydanı belki ömrünün en güzel zamanlarını yaşıyor. Geçen haftadan beri meydanda hayat var, her tür her renk bayrak; her telden ses, her yaş boy ve cinsten insan meydanda adeta panayır yapıyorlar. Tabii satıcılar maske, düdük, bayrak gibi direnişte gerekli malzemelerin piyasasını oluşturmuş. Biz sanırım meydanı özlemişiz, hep beraber dışarı çıkmayı, açık havada beraberce vakit geçirmeyi, meydanda olmayı özlemişiz. Sokak sanatını bile özlemişiz yahu.















Gezi Parkında ise gerçek direnişçi kardeşlerimiz çadırlarını kurmuşlar, öncekine göre oldukça fazla çadır vardı. Direniyordu Gezi Parkı.









Meydandaki yeni moda ise çuval bezinden yapılmış fenerleri havaya salmaktı. Biri bunlara dilek feneri demiş, yersen:) Ama gökyüzüne süzülen fenerlerin görüntüsü çok güzeldi.













Dün gece bir kere daha Taksim'i ne çok sevdiğimi anladım. İstiklal Caddesi her daim nereye gidelim dediğimizde ilk aklımıza gelen yer, çünkü orada herkese göre bir şeyler var. Zara da Terkod da var. Kitabevleri de var sahaflar da var. Cafe de var Mandabatmaz kahvesi de var. 5 liraya shot da var, 25 liraya manzaralı kokteyl de var. Ve yeniden bulduğu kimliğiyle, Taksim'i daha da çok seviyorum. Taksim'de bu şehrin gerçek bir parçası olan tarihi Gezi Parkı'nın yokedilerek  irticayı temsil edecek bir yapının dikilmesine tüm varlığımla karşı çıkıyor ve direniyorum.










Everyday We Are Çapuling

$
0
0
Herşey, katledilen ağaçları korumak isteyen bir avuç gence polisin aşağılık, vahşi saldırısı ile başladı. Ve gençlere destek olmak isteyen halkın direnişi başladı.





31 Mayıs'ta bu ülkeye dair ümitlerini kaybetmiş olan ben, yeni bir umut kazandım.



Artık zorbalığın ve diktatörlüğün sonu gelmişti.




Ağaçlar için başlayan direniş, özgürlük ateşini yaktı. Gençler Gezi Parkında bir cennet yarattılar.




Gerçekten rüyamda görsem inanamayacağım günler yaşıyoruz. Yüzbinler kolkola yürüyüş yapıyor, ilk kez halk kaynaşmış. Ve bütün bunları başlatan, Gezi Parkının 70 yıllık ağaçlarını korumak isteyen 15, 20 genç adam ve kadın.

Asla unutmayacağım sizleri gençler.

xo xo

Kelimelerim Bitti

$
0
0
Sabah meydanda tiyatro düzenle.
Avukatları tekme tokat göz altına al.
Bütün gün Vali mesaj göndersin "müdahale olmayacak" desin
Onbinler çoluk, çocuk, genç, yaşlı meydana çıkınca.
Saldır.

Valinin sözünü dinleyip ailesiyle meydana gelen ve kaybolan çocuklar
Elinde Türk bayrağı olduğu halde tekerlekli sandalyede TOMA'dan dakikalar boyu tazyikli su yiyen vatandaş
Ağaçları korumak isterken bir kere daha, bir kere daha ve tekrar gaza maruz kalan gençler
Ölenler, yaralananlar, sakat  kalanlar
Telef olan sokak hayvanları
Ve hatta gözlerine canlı yayında Talcidli su sıkılan CNN International muhabiri
Olanları Türk kanallardan değil CNN International'dan izlemek zorunda olmak.

...

Polis parka girdi, çadırları yakıyor.

1 gün daha bu dikta rejimi altında yaşmak istemiyorum ben!


Yürüyoruz gururla yeni bir yarına!

$
0
0

Duyuyor musun sesi 
İşte bu halkın öfkesi 
Olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi 
Sanki kalp atışları karışıyor davullara 
Yürüyoruz gururla yeni bir yarına 
Sen de gel katıl bize 
Diren bütün bu baskıya 
Durur koca dünya barikatın arkasında 
Sen de özgürlüğün için diren omuz omuza! 
Duyuyor musun bizi 
İşte çapulcunun sesi 
Olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi 
Sanki kalp atışları karışıyor davullara 
Yürüyoruz gururla yeni bir yarına


15 HAZİRAN GECESİ

$
0
0
Cumartesi akşamı Gezi parkı kadın erkek, çoluk çocuk, yaşlı, genç doluyken; görülmemiş canilikte bir saldırı başlattı çevik kuvvet. Basının parka girmesi engellendi. Parkın reviri basıldı, doktorlar gözaltına alındı. Divan Otele sığınan kadın ve çocuklara gaz bombaları atıldı. Ambulansların geçmesine izin verilmedi. Evlerinde insanlar gazla zehirlendiler. Parkta kuş, kedi, köpek kalmadı zaten, telef oldular. Sonra Vali çıkıp yüzümüze bakarak yalanlar söyledi.

Onlar saldırdıkça Türkiye uyandı, Türkiye ayağa kalktı. Bu bir sivil direnişti başından beri. Ve bunun önünde duramayacaksınız. Titreyin zalimler.

Parkın içine saldırı anı:




Divan Otele saldırı anı


Otelde çocuklar






Yaralıların sığındığı Divan Otele gazla saldırı


Parktaki marjinal gruptan biri! Gazdan boğulan bir çocuk! Parkta çocuklar oyun oynuyordu, çocukların kafasına gaz bombaları atıldı!!!





Parktaki dilek ağacını yaktı polis



Kafasına gaz bombası yiyen Can Dündar'ın yazısı : REVİRE BİBER GAZI

Reuters fotoğrafları : http://www.reuters.com/news/pictures/slideshow?articleId=USBRE9590QA20130615#a=8

Savaş esiri mi bu çocuklar?




Gözaltına alınanlar nerede?

OKUYALIM BU YAZIYI

$
0
0

Bir Devrimin Mimari Şifreleri




Alkol yasası gibi yeri geldiğinde referans verdiğiniz Avrupa gibi niteliğe önem veren tüm ülkeler, mimari rüküşlüğünüz ve şehircilik facialarınızı gözleri açık ve üzülerek seyrediyorlar. Görgüsüzlüğünüz ve kibriniz dünya çapında ün saldı. Ne yazık ki tüm gücünüzle kentlerimizi, coğrafyamızı, doğamızı mahvettiğinizde iş işten geçmiş olacak. Sonuçta rant faizi ve gayrimenkul lobisi ile birlikte çirkinleştirdiğiniz kentlerdeki kartonpiyerlerle süslü uyduruk kopya bir camiden sizi ebediyete uğurlayacağız. Hatalarınızı düzeltmek şu anda Gezi Parkı'nda direnen yeni nesile düşecek.


Gezi'de çekmiştim bu fotoyu, direnişin başında

Dünya Sesimizi Duydu


Kızçeler Burgaz Ada'da

$
0
0
Cumartesi günü kızçelerle Burgaz Ada'ya giderek Minik Sinem'in doğumgünüsünü kutlayacaktık. Fakat birbirimizi yanlış anlamışız. Sino haklı olarak akşam gidip balık yememizi istiyordu, bizse uzaklardan geleceğimiz için gündüz vakti gider döneriz diye düşünüyorduk. Sonunda Cumartesi sabahın köründe, Lady Charlotte ile Deniz; Avcılar'dan vapura bindiler... Ahahahah vallahi böyle bir vapur varmış, Avcılar'dan çıkıp düt düt taa adalara kadar geliyormuş, 3 saatte, evlere şenlik:)))

Bostancı'dan ise Seval erkenden motöre atlayıp adaya geçmişti, o da bana güvenmişti ama ben o esnada, Kabataş'ta "Adalar vapuru aşırı izdihamdan erken kalktı, saat 11'e ek vapur kondu" anonsunu dinliyordum. Ülen vapur salkım saçak, Titanik'e dönmüş, Kınalı açıklarında battı batacak... Bir sonrakine bineceğimin garantisi yok, Gezi parkına giremeyen halkımız adalara hücum etmiş, iskeleye yanaşamıyorum bile... Ben de hönk hönk ter su içinde, koşa koşa Beşiktaş'a geri dönerek Kadıköy vapuruna bindim. Sonuçta en azından bir vapura binmiştim :)))

Kadıköy'de Kübra'cıkla buluşup dolmuşa atladığımız gibi Bostancı'ya geldik. Zavallı Seval bu esnada Burgaz Ada'da aç ve yalnız perişan olmuştu:))) Allahtan Sino ile Bars hemen geçmişler adaya da kurtarmışlar Seval'i:)

Kınalı Ada

Burgaz Ada

Burgaz Ada

Prens Adalarının en miniği olan Burgaz, diğerlerine nazaran daha sakindi. Zaten güneşin altında parlayan deniz, beton şehire arkamızı dönerek yeşil adaları görmek, o güzelim evler, pofidik bulutlar ve mis gibi hava keyfimizi yerine getirmişti. Kübra ile motordan inip mini mini ada meydanını geçtik,  begonvillerle bezeli yoldan yürüyerek bir çay bahçesine geldik.












Bu esnada Avcılar ekini hala Marmara'nın muhtelif sularında seyirlerine devam ediyorlardı :)))

Faytonla Kalpazankaya'ya çıkabilirsiniz


Burgaz Palas

Nihayet Lady Charlotte ile Deniz; Avcılar'dan Büyükada'ya; oradan Burgaz Ada'ya ulaşmışlardı, üstelik gelirken pasta bile getirmişlerdi heeyyy:)) Koşa koşa iskeleye giderek birbirimize kavuştuk:) Tek firemiz Arzu idi, onun da işe gitmesi gerekmişti maalesef.

İşte Kızçelerin Burgaz Ada seferi :


Ada meydanında Kızçeler

Begonviller altında Kızçeler

Ada sahillerinde bekleyen Kızçeler

Asker hatırası pozu veren Kızçeler

Birbirimize kavuştuktan sonra sahilde yan yana dizili restoranlardan Barba Yani'ye gidip mavi örtülü beyaz masalara dizildik boncuk gibi. Lady Charlotte ile içeri gidip balığımızı ve mezeleri seçtik. Kızarmış ekmekler sıcacık, biralar buz gibi masamıza geldi. Altın renkli kalamar sofrayı şenlendirdi.


Biberler acı, patlıcanlar nefisti

Ohhh gel keyfimmm

Kalamar ağzınıza layıktı

Veee şefimizin misss gibi ızgara ettiği muhteşem levrek hanım bütün güzelliği ve kokusu ile gözlerimizi kamaştırdı:

Deniz levreği

Mezeler lezizdi, sürekli kızarmış sıcacık ekmek servis edildi (hem kepekli hem beyaz). Levrek zaten damak çatlattı, resmen lokum olmuş. Bira ve kola içtik. Pastamızla beraber de Türk kahvelerimizi söyledik. Sonunda herşey dahil kişi başı 56 TL ödedik. Bence süperdi.

Pastanın da nefis olması dışında, duyduğum en eğlenceli Happy Birthday şarkısı ile servis edilmesi neşemize neşe katmıştı :

İyi ki doğdun Minikkkk

Yemek şöleni ziyafetinden sonra çıkıp biraz yürüyelim dedik. Sahil yolunda yürümek pek zevkliydi, hava güneşli ve sıcak olduğu hale rüzgar serinletip ferahlatıyordu. Tabii kediler çoktan meydanda ayılıp bayılarak öğlen uykularına yatmışlardı.


Ada Kedisi

Havasından suyundan mı, insanlar bakıp ilgilendiği için mi bilemedim de; adada kedi köpek pek boldu dostlar. Maşallah. martılar da keza tavuk gibi ortalarda dolaşıyorlardı. Begonviller, ortancalar, yaseminler kudurmuş gibi açmışlardı. İstanbul'da katledilen doğa, var gücüyle Burgaz Ada'çoğalıyor, düğün coşkusu ile hayatı sarmalıyordu.










Meydana geri dönüp ara sokaklara girdiğimizde ise gadanallah, o begonvillerin cart pembesi, nazlı yaseminlerin güldür güldür açması, kafam kadar ortancaların tablo görüntüsü ağzımızı açık bıraktı. Bu minicik ada, çok ama çok güzeldi dostlar.


Bankta uyuyana dikkat


Aman rahatsız olmasın derken

Tabii ki bana sırnaştı:))))

Her köşede ayrı bir güzellik

Şu sokağa bak, tablo gibi

Begonvillerin rengi

Heyyyyy

Ve ada yaseminleri :) Hatırla Sevgili'den:)

Yürüyüşümüzü de tamamlayınca meydandaki Sinem Dondurmacısında oturup birer külah dondurma yaladık, oh içimiz serinledi. 3 top 5 lira. Adı Sinem olanlara indirim yok:)

Adadan ayrılma vakti gelmişti, güneş denizin üzerini gümüşe boyadı, en sevdiğim manzara. Motorumuz farfar rüzgarda uzaklaşırken, Ada martılarını gönderip bize veda etti.

Tekrar görüşmek üzere!



xo xo

IKIN YAVRUM IKIN

$
0
0
Kate'in hamileliğinin açıklanmasından bu yana aylar su gibi akıp geçti, Kate'in karnı kocaman oldu, bebek amına dayandı, ama bir türlü kraliyet suyu patlayıp bebesi doğamadı. Aylar su gibi geçti de, şu son bir kaç gün bitmek bilmedi. Kate, rahmetli kaynanası Galler Prensesi Diana'nın, yıllar önce keltoş oğlu William'ı pırtlattığı hastanede, normal doğumla bebeğini doğuracağını açıkladı. Gazeteciler 1 Temmuz'dan itibaren hastanenin önünde beklemeye başladılar, bebek bir türlü gelmeyince de tabii artık sıkıntıdan abuk subuk geyik twitler atmaya koyuldular. Bahisçiler çıldırdı, kız mı, erkek mi olacak, adı Victoria mı George mu olur derken hesapları karıştırdılar. Bu esnada Galler'de kurtarma pilotu olarak çalışan William da doğumda hazır bulunacağı için prensin civarında sürekli bir helikopter bekliyormuş... Kraliyet suyu patladığı anda, William helikoptere atlayıp Londra'ya gelecek, doğumhanede Kate'in elini tutarak "Ikın yavrum ıkın" diyecekmiş.


Foto: Alison Jackson / Rex Features

ROYAL BABY BOY

$
0
0
Cambridge Düşesi Catherine, bugün akşam üzeri, Londra'da, Britanya'nın gelecekteki müstakbel kralını doğurdu. Bebeğin isimleri henüz açıklanmadı.

Dedikodulara göre ayın 13'ünde doğuracak olan Kate için, Temmuz başından itibaren gazeteciler St Mary's Hastanesinde barikatlar kurup beklemeye başladılar. Ayın 13'ü gelip geçti ve kraliyet suları hala patlamamıştı. Hastane önünde gazeteciler günler ve gecelerce bekleyip fenalaşırken; bizler de twitter'a bakmaktan gözlerimizi bozmuştuk.

Nihayet bu sabahın köründe, Kate'in kraliyet suları patladı ve biz ofiste laptoplarımızı açarken, Kate'cik de hastaneye doğuma yattı. Bu hastanede yıllar önce Galler Prensesi Diana, Kate'in keltoroş kocası William'ı dünyaya getirmişti.

Kate'in sağlıklı ve de tosun gibi ( 3 kilo 700 gram) bir oğlan doğurduğu haberi gece 22:30'da açıklandı. Halbuki Kate, 8 saat sancı çektikten sonra akşam 18:42'de gayet normal yollardan doğurmuş yavrusunu. William ile bebeleriyle başbaşa kalmak ve ailelerine haber vermek istedikleri için anonsu geciktirmişler. William doğumda Kate'in yanındaymış. Kate ve yavrusu yarın hastaneden çıkacakmış. Yeni Cambridge Prensi'nin isimleri yarın açıklanacakmış.

Doğum haberi ilan edildikten sonra, doktorların imzaladığı bir belge Buckingham Sarayı'na Kraliçe'ye gönderildi. Bu belge sarayın bahçesinde altın bir panoya yerleştirildi. Aynen bebeğin babası Prens William doğduğunda yapıldığı gibi.

Ve nihayet tüylü şapka takmış çılgın bir tavuskuşu , parşömene yazılmış doğum ilanını okuyarak Britanyalıların geleneklere ne kadar bağlı olduğunu gösterdi.



Küçük Prens, dünya üzerindeki ilk gecesini anne ve babası ile hastanede geçirecek. Yarın hastane çıkışında annesinin kollarında göreceğiz bebeği ve isimlerini öğreneceğiz.

Diana'cık göremedi ilk torununu ah vah.




xo xo

KATE ALERT : Kate ve oğlu hastaneden çıktılar

$
0
0
Henüz 1 günlük küçük Cambridge Prensi, bugün güzel annesi ve keltoroş babası ile beraber hastaneden ayrıldı ve evine (sarayına) gitti sevgili izleyiciler.

Bebeğin ilk fotoğrafları için sabahtan bekleyiş başlamıştı. Hatta bir ara "Kate'in kuaförü hastaneye geldi" dediler, hah dedik, kırık fönünü çektirip çıkacak dedik ama o esnada Londra'da yağmur boşanıverdi, saray da Kate'in akşamdan evvel çıkmayacağını duyurdu.

Önce Kate'in annesi ile babası; peşlerinden William'ın babası ve cici annesi hastaneye ziyarete geldiler. Biz de annemle BBC'den izliyorduk da, annem Camilla'yı görünce yine "kamış kafa Camilla" demesin mi muhabbetle! Ahahahah :) Ay gudubeetttttt! Neyse :)

Hastaneden çıkarken Charles dede "az bekleyin, birkaç dakika sonra göreceksiniz" dedi. Ben de eve gelmişim duşa filan gireceğim. İyi hadi madem başladık beklemeye. Ulan 1,5 saat sonra çıktılar kapının önüne. O zamana kadar da annemle karşılıklı hepsinin soyuna sopu, gelmişi geçmişi hakkında bir sürü fikir yürüttük tabii. Bu kadar da bekletilmez ki canım!

Nihayet kapılar açıldı ve minik prensi kollarında olduğu halde Kate ve baba William küçük yavrularını dünyaya takdim ettiler:







Kate, 31 sene önce kollarında Prens William ile aynı kapıdan çıkan Prenses Diana gibi, puantiye giymeyi tercih etmişti. Aferin hayırlı gelin!

William oğlunu kucağına aldı ve gazetecilere, bebeğin ağır, ciğerlerinin kuvvetli, saçının çok şükür kendisininkinden çok olduğunu anlattı gülerek. Hatta sevinçle bebeğin Kate'e benzediğini anlattı. Babasının çirkinliğini değil de annesinin güzelliğini almıştır inşallah yavrucak tabii. Ama Kate buna karşı çıktı, henüz bilemeyiz dedi, William'ın ilk boklu bezi değiştirdiğini söyledi:)






Peki bebeğin isimleri ne olacaktı? (En az 4 ismi olması bekleniyor) William henüz karar vermediklerini, bebekle yeni tanıştıklarını, en kısa sürede ismine karar vereceklerini söyledi.  Bahisçiler ismin George olacağını iddia ederken ben Anakin olmasını istiyorum. Cambridge Prensi Anakin, vay anam! Lady Charlotte ise bebenin isminin Diana olması gerektiğini söylüyor. Böylece Diana unisex bir isim olarak tarihteki yerini alacakmış:)))



Bundan sonra çiftimiz hastaneye girdi, bebeyi sepetine yatırdılar. William sepeti ve Kate'i arabaya yerleştirdi. Sonra direksiyona geçip karısıyla oğlunu eve götürdü! Harika değil mi?

Bütün bu olaylar boyunca ise hastanenin yolu toplamda 10 dakika kadar trafiğe kapatıldı, o da Prens William arabasıyla ayrılırken. 

Uygar ülkenin hali başka oluyor dostlar.

xo xo


Real Fiesta Seyyahları Yollarda

$
0
0
İşte günler ayları kovaladı ve yine bir bayram tatili sayesinde Lady Charlotte ile kendimizi yollara vurma zamanı geldi, benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim:)


Yarın sabahın köründe kalkıp havaalanına gideceğiz, uçak bizi yeni keşfimize götürecek :  istikamet ilk kez göreceğimiz ALAÇATI.

Sörf yaptığımız da yok, zaten kesin yelkeni kafamıza indirip ağzımızı yüzümüzü dağıtırdık, ama pek merak ediyor idik bu beldeyi, hiç gitmediğimiz bir yeri keşfedelim istiyor idik. O yüzden küçük Alaçatı köyüne gitmeye karar vermiştik bu sene.

Otelimiz Port Alaçatı'da. Sanırım o atraksiyonların, bıdı bıdıların, tükkanların filan olduğu köyün uzağında kalıyor. Artık dolmuş, minibüs vardır birşey diye ümit ediyoruz.

Tavsiyeleriniz var mı sevgili dostlar?

Dönüşümde bol fotolu postlarla maceralarımızı yazacağım:)

İyi bayramlar, güzel tatiller:)

Xo Xo


Fotoğrafı otelin web sayfasından aldım, benim değil.

Viewing all 251 articles
Browse latest View live